Perşembe, Nisan 25, 2024
   
Yazı
Hata
  • JUser::_load: Unable to load user with id: 63
Cuma Sayfası

Cuma Sayfası (12)

Perşembe, 10 Nisan 2014 21:26

TİCARET-11 NİSAN 2014

Yazan

                                                                       alt           

alt

 alt

 

     EY İMAN EDENLER!

Rabbinize kulluk edin

Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin. Rabbinize kulluk edin (emirlerine uygun yaşayın) ve hayır işleyin ki umduğunuza erişesiniz. (Hac Suresi:77)  

 

   KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ

         ÖLÇÜYÜ TAM YAPMAK

             Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

¨        Ey iman edenler! Mallarınızı, karşılıklı rızadan (doğan) bir ticaret olmaksızın aranızda batıl (rüşvet ve benzeri haram) yollarla yemeyin ve kendinizi (yahut birbirinizi) de (telef edip) öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah, size karşı çok merhametlidir. (Nisa:29)

¨        Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru (ve hassas) terazi ile tartın. Bu daha hayırlıdır, sonu da daha güzeldir. (İsra:35)

¨    Ribâ (faiz) yiyenler, (kabirlerinden) ancak kendisini şeytan çarpmış (cin tutmuş, delirmiş bir) kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu (ceza) onların: “Alım satım da (zaten) faiz gibidir.” demelerindendir. Halbuki Allah, (hilesiz ve aldatmasız yapılan) alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faizden) vazgeçerse, geçmişteki (haram olmadan evvel aldığı) onundur ve (affedilme) işi Allah’a aittir. Kim de tekrar (faize) dönerse, onlar ateş ehlidirler ve hep orada kalacaklardır. (Bakara/275)

 

alt                                      alt

 

alt

 

alt

 

O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI

 

  • Câbir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

           "Satışta, alışta ve borcunu istemekte kolaylık gösteren kimseye Allah rahmet etsin."(Buhârî, İbni    Mâce)

  •      Huzeyfe radıyallahu anh şöyle dedi:

     Allah'ın kendisine mal ihsân ettiği kullarından biri Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna getirildi. Allah Teâlâ ona:

– Dünyada ne yaptın? diye sordu. Hadisin râvisi Huzeyfe, kullar Allah'tan hiçbir sözü gizleyemezler,            demiştir. Bu adam da:

– Ey Rabbim! Bana malını verdin; ben de insanlarla alış veriş yapardım. Alış verişte kolaylık göstermek benim huyumdu. Zengine kolaylık gösterir, fakire mühlet verirdim, dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ:

         – "Ben buna senden daha lâyıkım" dedi. (Meleklere de) "Kulumu affediniz" buyurdu.

           Ukbe İbni Âmir ve Ebû Mes'ûd el-Ensârî radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

       Biz bunu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ağzından böylece işittik. (Müslim)

  • Ebû Halid Hakîm ibn Hizâm (Ra)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Alıcı ve satıcı pazarlığı bitirip birbirlerinden ayrılmadıkları müddetçe alışverişi bozup bozmamakta serbesttirler. Eğer alıcı ve satıcı karşılıklı olarak doğru olurlar malın durumunu ve paranın ödeme zamanını güzelce açıklarlar ise alışverişleri bereketli olur. Eğer malın ayıbını gizler ve ödemeyi aldatarak yapıp yalan söylerlerse alışverişlerinin bereketi kalmaz.” (Buhârî,Müslim)

 

                     alt

 

alt

 

LOKMAMIZ HELAL Mİ?

Peygamber (SAS) Efendimiz'den İbn-i Asâkir ve Tayâlisî Huzeyfe RA'den rivayet etmişler ki, Peygamber Efendimiz (SAS) bir mübarek hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlar:

" Üzerinize öyle bir zaman gelecek ki, o vakitte şu üç şeyden daha hayırlı bir şey olmayacak: "Helal para, kendisi ile ülfet edilen din kardeşi, amel edilen bir sünnet.” İleride olacak bir şeyi, kendi zamanından ileriyi anlatıyor Peygamber Efendimiz. Diyor ki: "O zamanda şu üç şeyden daha kıymetli, daha izzetli, daha değerli bir şey olmayacak."

Peygamber Efendimiz'in hadisinde söylediği bu azalan, kolay bulunmayan şeylerden birincisi, helâl dirhem... Yâni helâl dirhem demek, helâl para demek...

Demek ki zaman geçince, insanlar helâl para kazanma yollarından uzaklaşacaklar ve parası helâl olan insan azalacak.Tabii bu bir üzücü durum. Çünkü İslâm geldiği zaman, toplumda büyük bir değişlik meydana geldi. Herkes çok büyük bir heyecana yükseldi. Çok büyük aşk ile, şevk ile Allah'ın kitabını baş tacı etti, Peygamber Efendimiz'in sünnetini rehber eyledi. Toplum değişti, güzel bir ahlâk geldi. Şirk ve küfür Cezîretül-Arab'dan sürüldü, çıkartıldı. İslâm dört bir yana yayıldı.

Hattâ rahmetle anıyorum, Allah şefaatine erdirsin o mübarek mücâhidlerin, Ukbetübnü Nâfî Afrika'yı boydan boya geçiyor, ki ne kadar büyük mesafeler!.. O zamanın vasıtalarıyla ne kadar muazzam bir iş... Yâni Mısır'ı Libya'yı, Tunus'u, Cezâyir'i, Fas'ı geçiyor, Atlas Okyanusu'na ulaşıyor ve devesini durdurmuyor. Devesini suyun içine, denizin içine, Atlas Okyanus'unun içine sürüyor; ilerleyebildiği kadar derinliğe gittikten sonra suyun içinde elini kaldırıp Allah'a dua ediyor:

"--Yâ Rabbi! Benim karşıma maalesef bu deniz çıktı. Eğer karşıma bu denizi çıkartmasaydın, senin dinini daha da uzaklara götürürdüm, götürmek niyetindeyim." diye dua ediyor.

O zamanın mücahidlerindeki, İslâm'ı yaymak isteyen insanlarındaki aşka, şevke, arzuya bakın ki, kıtalar aşılıyor bir nefeste, ancak okyanuslarda duruluyor. Orda da durulmayacak belki ama, o zamanın vasıtasıyla oraları geçmek o çağlarda mümkün olmadığı için, elini kaldırıyor, "Yâ Rabbi, bu kadar yapabiliyorum, benim kusurumu affet!" diyor o mübarekler, o mücâhidler... Acaba bizim halimiz nice olacak?..

Bu arada kendi kendimize sormalıyız; onlar bu kadar İslâm için çalışmışlar, biz İslâm için ne yapıyoruz?" diye kendi kendimize şöyle bir muhasebe yapmalıyız, kendi durumumuzu ölçmeliyiz. İslâm böyle yayıldı ve insanlar helâl lokma yemeğe, dürüst insan olmağa, edepli, ahlâklı, zarif, kâmil, Allah'tan korkan, müttakî, salih insanlar olmağa döndüler. Kazançlarından zekât verdiler, sadaka verdiler, hayırlar yaptılar. Hükümdarlardan para kabul etmediler, gelen paraları anında fakirlere dağıttılar. İslâm tarihinde böyle şâhâne olaylar, şâhâne güzel ahlâk davranışları, ahlâkî yüksek fazîlet abidesi olacak, çok göz kamaştırıcı olaylar meydana geldi Dağdaki çoban da haram yemiyordu, sürünün kuzusunu satmıyordu, satıp cebine koyup da kurt yedi demiyordu. Şehirdeki tüccar da dürüst davranıyordu. Herkes İslâmî ahlâka göre hareket ediyordu, bu yaygın idi.

Sonradan tabii bunlar değişecek diye Peygamber Efendimiz bildiriyor. Yâni, "Bir zaman gelecek, artık helâl lokma kolay bulunmaz, çok nadir bulunur, çok ender ele geçer bir metâ' haline gelecek!" demiş oluyor bu hadis-i şerifte.

Tabii Peygamber Efendimiz. ashabın ümitsizlik içinde olduğu, müşriklerin kendilerine hunharca saldırdığı, işkenceler yapıp öldürdüğü, müslümanların mağdur ve mazlum olduğu Mekke devrinde bile diyordu ki:

"--Sabredin, Allah yardım edecek ve bu İslâm dini yayılacak; Kisraların, kayserlerin diyarları müslümanların eline geçecek!" diyordu.

Müşrikler hayret ediyorlardı, alay etmek istiyorlardı:

"--Şunlara bak! Kendi varlıklarını korumaktan acizler, nelerden bahsediyorlar?.. Kisraların, yâni Sâsânî İmparatorunun; kayserlerin, yâni Bizans imparatorunun saraylarını alacaklarmış, şunlara bak!" diye inanamıyorlardı ama öyle oldu.

İşte İslâm öyle dünyanın her yerine yayılacak. "Ondan sonra da bir zaman gelecek, helâl dirhem bulmak mümkün olmayacak, veyahut çok az bulunacak! Helâl dirhem, helâl kazanç az bulunacak." demiş oluyor bu hadis-i şerifinde...

Halbuki zor mu helâlinden kazanmak?.. Zor değil... Zor değil ama, meselâ Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî Efendimiz, mübarek evliyâullah büyüğümüz ne yaparmış?.. Kaşık yontarmış. Kendisi de çarşıya, pazara gitmezmiş. Merkebinin küfesine, sepetine yaptığı kaşıkları koyarmış, dehlermiş merkebini... Çarşıda kaşıklara bakıp beğenenler, alanlar parasını sepete koyarmış. Merkep geri döndüğü zaman kaşıklarının parasını alır, helâlinden kendisi elinin emeğini yermiş. Bir tabii fukaraya, dervişlere, tekkesindeki misafirlerine, yoksullara onunla hayır hasenat yaparmış. Yâni yedirirmiş.

Yunus Emre'nin ilâhîlerini biliyoruz. O da, "Dürüş, kazan, ye, yedir!" diyor. Yâni, "Gayrete gel, kalk, çalış, çabala, kazan, kendin de helâlinden ye, başkasına da yedir!" demek istiyor.

Başkasına yedirmek, ikram etmek, ziyafet çekmek, yoksulun imdadına yetişmek, sadaka vermek, hayır vermek o devirde çok yaygın...

Şimdi elinin emeği ile geçinir insan, tabii helâl kazanç olur. Peygamber Efendimiz'in müjdesi var: "Dürüst tüccar, doğru sözlü, dürüst hareket eden, ticaretine hile katmayan tüccar Arş-ı A'lâ'nın gölgesinde gölgelenecek." buyuruyor. Yâni çok yüksek mertebelere çıkacak, çok rahat edecek ahrette

Biz bu ikazdan, bu ihtardan, Peygamber SAS Efendimiz'in bu zarif hadis-i şerifinden kendimize hangi dersi çıkartacağız:

 "Acaba ben kazancımı nerden sağlıyorum, nasıl geçiniyorum?.. Boğazımdan yediğim lokma, Allah'ın rızasına uygun helâl bir lokma mı, işim helâl bir iş mi, Allah'ın sevdiği bir iş mi, yoksa Allah'ın yasakladığı haram maddeler mi satıyorum, haram işler mi yapıyorum? Allah'ın istemediği yollardan mı kazanıyorum?" diye ilkönce kazancının şeklini, kârının menşeini insanın bir düşünmesi lâzım!

Eğer hatâlı bir durum varsa, derhal helâl kazancın yollarına dönmesi lâzım! Çünkü haram lokma yedi mi bir insan, haram lokma ile vücudunda mutlaka bir şey meydana gelir, bir et biter; ona da cehennem ateşi yakışır. Yâni cehenneme mutlaka girer demek.

Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz, komşudan gelen şüpheli tabaktan bir lokma aldıktan sonra, onun şüpheli veya haram olduğunu anladığı için kusarak çıkartmış diye meşhur bir rivayeti hepimiz biliyoruz.

Sevgili okuyucular, lokmamızın helâl olmasına çok dikkat edeceğiz, özellikle tasavvufta... Tasavvuf büyükleri, mübarek evliyâullah nasıl evliyâ olduklarını bize işaret yoluyla anlatırken, diyorlar ki:

"--Bu yolun temeli helâl lokmadır. Haram lokma boğazdan girdi mi, kalbde feyiz olmaz. Kalb kararır, katılaşır, ondan sonra ayağı kayar, gider."

Çok görüyorum, böyle iyi bildiğimiz insanlara bakıyorum, ayağı kaymış gitmiş. Neden?.. Haram lokma yiyor, artık gönlü doğru çalışmaz duruma geliyor, katılaşıyor, taşlaşıyor. Ondan sonra yavaş yavaş daha da çukurlara düşüyor, batağın içine daha çok batıyor. Sonunda çok perişan, çok iğrenç, çok sakınılacak, çekinilecek, korkulacak bir ibretli duruma düşebiliyor.

Aman hepimiz lokmamızın helâl olmasına dikkat edelim! Kazancımıza dikkat edelim! Haramların her çeşidinden kaçınalım!.. Neler haramdır, haramların listesini yapalım! Hangi maddeler maddenin kendisi dolayısıyla haramdır?.. Meselâ içki haramdır, domuz eti haramdır. Şu hayvanların etleri yenilmez. Bunları öğreneceğiz.

Bir de helâl mal bile kazanç yolu yanlış olduğu zaman, madde temiz olmakla beraber, kazanç yolu ters olduğundan haramlaşır. Kazancın meşrû olmasına, gayrimeşrû olmamasına, günah yollarından olmamasına dikkat edeceğiz.

Haramları sıralayacağız, çoluk çocuğumuza öncelikle öğreteceğiz: "Evlâdım bak, sakın ha haram yeme! Sonra dünya ve ahiretin mahvolur." diye ilkönce çocuklarımıza bunları öğreteceğiz. Kendimiz de öğreneceğiz.Ne kadar güzel, eski hanımlar beylerini sabahleyin işe uğurlarken: "Aman efendi bize helâl lokma getir! Biz çok para istemiyoruz, helâl istiyoruz; çoluk çocuğumuze haram lokma kazanıp haram getirme!" diye tenbih ederlermiş, kocalarına nasihat ederlermiş. "Ben altın, gümüş, bilezik, yüzük, kolye, broş, elmas, yakut istemiyorum, helâl lokma istiyorum!" diye bildirirlermiş…

                                                                                                        Mahmud Esad Coşan (Rh.a)

 

alt

 

 

alt

 

alt

 

alt

 

alt

 

Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır.   Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz.

Cumartesi, 29 Mart 2014 22:14

İNFAK (28 MART 2014)

Yazan

                                  alt

 

 

alt

 

                                                                           alt

 

                  EY İMAN EDENLER!

Allah yolunda sarfetmeyenler varya...

Ey iman edenler! Muhakkak ki (yahudi) hahamlarından ve (hıristiyan) rahiplerinden birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve (onları) Allah yolundan uzaklaştırırlar. (Bir de) altın ve gümüşü biriktirip, Allah yolunda sarf etmeyenler var ya, işte onları acıklı bir azap ile müjdele! (Tevbe Suresi 34)  

 

                              KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ

              MALLARINIZI ALLAH YOLUNDA HARCAYIN

 

             Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

  • “O (takva sahibi) kimseler ki, gayba (Allah’a, meleklere, ahirete, vahye, Allah’ın takdirine) inanırlar, namazı dosdoğru/gereğine uygun kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de (gereken yerlere Allah için) verirler.” (Bakara; 3)
  • “… Allah yolunda sarf ettiğiniz her şey(in karşılığı) size eksiksiz ödenir, asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal; 60)
  • “Birinize ölüm (belirtileri) gelip de: “Ey Rabbim! (Ne olur) beni yakın bir vakte kadar (öldürmeyip) ertelesen de sadaka versem ve iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcayın.” (Münafikun; 10)
  • Allah yolunda (mallarınızı) harcayın, kendi ellerinizle (kendinizi) tehlikeye atmayın; iyilik edin. Şüphesiz ki Allah, iyilik edenleri sever. (Bakara; 195)

 

alt                                                         alt

 

         

                                                    alt

 

                                               alt

 

O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI

 

¨           Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

            “Kulların sabaha çıktığı her gün, iki melek iner. Birisi; “Allah’ım! İnfak edip veren kimseye yenisini gönder!” der. Diğeri ise; “Allah’ım! İnfak etmeyip elinde tutanın malını telef et!” der.” (Buhari ve Müslim)

¨        Ebu Mes’ud el-Ensari (ra)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

            “Bir Müslüman karşılığını Allahtan umarak ailesi için bir harcama yaparsa, bu onun için bir sadaka olur.” (Buhari ve Müslim)

¨        Esma bnt.Ebubekir (ra)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

            “İnfak et! Malını sayıp durma! Allah da sana olan nimetlerini sayılı verir. Malının fazlasını saklama! Allah da sana nimetlerini tutar, vermez. (Müslim)

 

                        alt

 

 

 

                       alt

 

                                                                                 İNFAK

Allahu Teala’nın rızasını kazanmak niyetiyle, karşılıksız olarak fakir ve muhtaçlara yardım etmek, iyilik ve ihsanda bulunmak demektir Farz, vacip ve mendub kısımları vardır. Zaruret derecesinde ihtiyaç içerisinde bulunan kimseye yardım etmek ve dinen zengin sayılanların zekat vermesi farz, sadaka-i fıtır vacip, diğerleri ise menduptur. İnfak; Allah’ın (cc) bize verdiğinin bir kısmını onun rızası için harcamaktır. Aslında mülk O’nundur. Bizler bekçi. O’nun mülkünden O’nun rızası için vermek infaktır.

Hz. Peygamber (sas), sahibi bulunduğu maldan en fazla infak eden insandı. O’ndan herhangi bir şey istenirse az veya çok mutlaka bir şey verirdi. Verdiğinden dolayı duyduğu sevinç ve neşe, alan kişinin sevincinden daha fazlaydı. Hz. Muhammed (sas), zekatın dört sınıf maldan verileceğini belirtmiştir. Bunlar halk arasında en çok dolaşan ve insanların zorunlu ihtiyaçları olan mallardır:

1) Zirai mahsuller ve meyveler, 2) Hayvanlar (deve, sığır, davar), 3) Altın ve gümüş, 4) Her türlü ticaret malı.

Ey iman edenler! İçinde hiçbir alışverişin, dostluğun ve iltimasın bulunmadığı bir gün (kıyamet/hesap günü) gelmeden evvel, size verdiğimiz rızıktan (Allah’ın rızasını kazanmak için) harcayın. Kafirler, zalimlerin ta kendileridir. (Bakara Suresi; 254)

Peygamberimiz (sas)’in hayatında yardımlaşmanın çok büyük yeri vardır. Peygamberimiz (sas), yapılan yardımların en güzelinin gizli yardımlar olduğunu bize bildirmektedir. Hz. Muhammed (sas) şöyle buyurmuştur:

“Ben Allah’tan korkarım diyen adam, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak derecede gizli sadaka veren ve tenha yerde Allah’ı zikrederek gözleri boşalan kimsedir.” (Müslim)

Şeytan insanları infak etmekten alıkoymak için gelecek endişesi ile korkutur. Bunun sonucu olarak insanları cimriliğe sürükler. Peygamberimiz (sas) ise bunun mümin için büyük bir tehlike olduğunu bildirmiştir:

“Cimrilik etme ki Allah da sana olan nimetlerinden esirgemesin. Malının fazlasını saklama ki Allah da fazla olan keremini senden menetmesin.” (Müslim)

“Her kim borçlu olan bir fakire mühlet verir yahut alacağını bağışlarsa, Allah o kimseyi arşın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde arşın gölgesi ile gölgelendirir.” (Müslim)

Zekat vermeyen altın ve gümüş sahiplerinin kıyamet günü bu malları ateşten bir zincir olur. O bunlarla ateşe atılır. Bu ateşten zincir onun yüzünü arkasını ve yanlarını dağlar. Bu ateşten zincir soğuduğunda tekrar ateş haline döner. Bizim dünya senemizle elli bin sene olan kıyamet gününde insanlar arasında hesap görülünceye kadar bu hal tekrar olunur.” (Buhari)      

                                                                                          (Kur’an’ın Anlamıyla Buluşmak Platformu)

 

altalt

 

 

altalt

 

alt

 

Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır.   Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

                                                                                 alt

 

                                           alt

 

                                                                                        alt

 

 

                      EY İMAN EDENLER!

Allah’ın emrine uygun yaşayın.

Ey iman edenler! Allah’ın emrine uygun yaşayın ve O’na (ibâdet ve sâlih amellerle yaklaştırıcı, Hak ve rızasını kazandırıcak) ‘sebep ve yol’(lar) arayın. O’nun yolunda (malınızla, canınızla insanları kula kulluktan kurtarmak ve İslâm’ın hayatınıza hâkim olması için) cihad edin ki kurtuluşa eresiniz. (Maide/35)  

                                          KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ

                            ÖLÇÜ VE TARTIDA HİLE YAPANLARIN VAY HALİNE!

 

       Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

  • “Allah’ın sana verdiği (her türlü) şeyde âhiret yurdunu da ara. Dünyadan (helalinden olarak) nasibini de unutma! Allah’ın sana iyilik ettiği gibi sen de iyilik et. (Emirlerine muhalefet ederek) yeryüzünde bozgunculuk (yapmayı) isteme! Çünkü Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas/77)
  • Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimlerini biz taksim ettik. Bir kısmı diğer bir kısmını işçi edinsin (ve bir anlaşma ile birleşip birbirlerine işlerini gördürsün) diye birtakım derecelerle kimini, kiminin üstüne yükselttik. Rabbinin rahmeti, onların toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır. (Zuhruf/32)

 

  • Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan ölçüp aldıkları zaman, tastamam alırlar. Onlara (bir şey verirken) ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar. (Mutaffifın/1)

                        

                    alt                              alt

 

 

                                                 alt

 

                                               alt

 

                          O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI

 

  • İyaz ibni Hımar (ra) Rasûlullah (sav)şöyle buyurken dinledim dedi.

“Cennettekiler üç sınıftır: Adil ve başarılı devlet başkanı, akrabasına ve müslümanlara karşı merhametli ve yumuşak kalpli kişi ailesi kalabalık olduğu halde haram kazançtan uzak kalmaya çalışıp kimseden bir şey istemeyen adamdır. (Müslim Cennet 63)

  • Ebû Katâde radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kıyamet gününün sıkıntılarından Allah'ın kendisini kurtarmasından hoşlanan kimse, borcunu ödeyemeyene mühlet tanısın veya ondan bir bölümünü indirsin." (Müslim, Ahmed İbni Hanbel)

  • Ebu Katade (ra)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:

“Alışverişte çok yemin etmekten sakınınız. Çünkü o önce mala sürüm kazandırır fakat sonra hepsini mahveder, tüm kazancı siler süpürür.” (Müslim, Musakat, 132)

  • Abdullah b.Ömer radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Biriniz kardeşinin satışı üzerine satış yapmasın.”(Buhari, Müslim, Tirmizi)

 

                     alt

 

 

                                         alt

 

                                               alt

 

              alt

 

MÜSLÜMAN EKONOMİK YÖNDEN DE GÜÇLÜ OLMALIDIR

İçinde bulunduğumuz dünya atmosferinde ekonomi aynı zamanda önemli mücadele sahalarından da birisidir. Dünya üzerinde kıyasıya bir ekonomik savaş sürdürülmektedir. Müslümanlar da ekonomik yönden çok güçlü olmak için gece gündüz çalışmalıdırlar. Bundaki amacı da Allah’ın rızasını kazandıracak hizmetler yapabilmek olmalıdır.

Hiçbir peygamber, hiçbir sahâbî ve hiçbir velî refah ve servete düşman olmamıştır. Ebû Zer el-Gıfârî radıyallâh anh başta olmak üzere zühdüyle tanınmış bütün ashab ve sonraki devirlerdeki takipçileri refahtan çok servetin teraküm ve kullanım tarzı ile devrin şartlarından kaynaklanan sağlıksız dağılımına karşı mücadele etmiştir. Onlar için dünya elde bulunan değil, gönle girip Allah ile insan arasına perde olan şeydir.

Buradan fakirliğin yerilen bir husus olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Amaç asalak tiplerin toplumu kuşatmasına ve bir kene gibi yiyip bitirmesine mani olmaktır. İnsanları kesbe/çalışıp kazanmaya teşvik etmektir. Yoksa servet-sâman sahibi olub da bunu tekebbür ve minnet aracı haline getirmek belki servetin olmamasından daha yeğdir. Zaten İslâm’ın karşı olduğu mal mülk de kibir ve gurur metâı, çokluk yarışı haline getirilendir. Asıl olan Bahâeddîn Nakşbend’in, “Mina pazarında bir tâcir gördüm; elli bin dinara yakın bir ticaret işi yaptı. Ama, Sübhân Hak’tan bir lahza kalbi gaflete dalmadı” şeklinde karakterize ettiği tiplerin yetiştirilmesidir. Zîrâ Eyyûb aleyhisselâm çok sabrettiği için Allah teâlâ O’na “Ne güzel bir kul” dedi. Süleyman aleyhisselâm da saltanatta istikâmet üzere olduğundan Allah teâlâ O’na da “Ne güzel bir kul” dedi. Allah’ın rızası, Selmân-ı Fârisî radıyallâhuanh’in fakrıyla Hz. Süleyman’ın gınâsını tek gâyeye yöneltebilmektedir.

Büyük mutasavvıfların neredeyse hepsi bir meslek sahibidir. Tabakât ve tezkire kitapları bunların şahididir. Kimisi attârdır, kimisi kassâbdır, kimisi nessâc/dokumacıdır… İbadeti çalışırken yapmışlar, çalışıp kazandıklarıyla hayır yapmayı düşünmüşlerdir. Bunlara birkaç örnek verilecek olursa; Hâce Yusuf Hemedânî, çizme imâlâtı ve çiftçilikle geçimini temin etmiştir. Emîr Külâl’e çömlekçilik yaptığı için Külâl lakabı verilmiştir. Bahâeddîn Nakşibend geçimini arpa, burçak ve kayısı yetiştirerek ziraatle sağlamıştır. Ubeydullah-i Ahrar Semerkant’ta ziraat ve ticaretle meşgul olmuştur.

İslâm dini insanın hem maddi, hem de manevî yönüne itina gösterip, ikisinin arasında sağlam bir denge kurmaktadır. İnsanın manevî yanı için gıda mesabesinde olan ibâdetleri emrettiği gibi maddi yönü için temel teşkil eden ticaret, sanat, tarım ve benzeri şeyleri de emretmektedir. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm'de ticaret ve alışveriş hakkında şöyle buyurmaktadır: "Allah satışı mubah ribayı (faizi) haram kılmıştır".

         Başka bir âyette de şöyle buyurmaktadır: "Ey mü'minler, cuma günü namaza çağrıldığınız zaman hemen Allah'ı anmaya (namaza) koşunuz ve alışverişi bırakınız. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz". Peygamber (sa.) de ticaretle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Günahların öyleleri var ki, geçimi sağlamak için sarfedilen gayretten başka bir şey onları silemez". Bir başka hadîste de şöyle buyrulmaktadır: "Doğru tüccar kıyamet günü sıddık ve şehitlerle birlikte haşrolunacaktır" (Tirmizî). Görüldüğü gibi ticaret geçim kaynağı olduğu kadar büyük ve anlamlı bir ibâdet biçimi olarak da müslümanın hayatına girmektedir.

Namaz ve oruç gibi ibâdetlerin şart, farz, sünnet ve yasaklan olduğu gibi alışveriş ile ticaretin de sari adap ve yasakları vardır. Nasıl ki namazın şart, farz, sünnet ve yasaklarını öğrenmeden namaz kılmaya kalkışmak anlamsız ve günahsa, alışveriş ile ticaretin de farz, şart, adap ve yasaklarını öğrenmeden böyle bir işe kalkışmak da aynen böyle günah ve haramdır. Bunun için Hz. Ömer (r.a) halife iken çarşı ortasında birçok kimseyi cezalandırıp şöyle demiştir: "Alışveriş usulünü bilmeyen kimse çarşı ve pazarlarımızda alışveriş yapmasın. Çünkü farkında olmadan faize girebilir". Hiç şüphesiz bu uygulama bize ticaret ile alışverişin şart, farz ve adabını öğrenmemiz gerektiğini ortaya koyuyor.

                                                                          Kur’an’ın Anlamıyla Buluşmak Platformu

 

                                                alt

 

alt

 

                                                  alt

 

alt

 

alt

 

Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır.   Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

 


                                                   alt

 

                                            alt

                                  

                                                                                        alt

 

 

                       EY İMAN EDENLER!

                                      Mü’minler ancak Allah’a dayanıp güvensinler.

 

Ey iman edenler! Allah’ın size bahşettiği (şu) nimeti hatırlayın: Hani (yahudi ve müşrik) bir topluluk size ellerini uzatmaya (sizi öldürmeye, Peygamber’e suikast yapmaya) kalkışmıştı da (Allah,) onların ellerini sizden çekmişti (sizi korumuştu). Siz, Allah’a (sığınıp) korunun/emrine uygun yaşayın. Mü’minler ancak Allah’a dayanıp güvensinler.
       (Maide/11)  

                      

                                               KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ

                                 ALLAH(CC) KUR’AN’DA ÇEŞİTLİ MİSALLER VERİR

 

       Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

  • İşte Allah’a inanan ve O’(nun Kur’an’daki buyrukları)na tam sarılanları; (Allah) kendi katından bir rahmet ve lütuf içine (cennete) koyacak ve onları, (sonu) kendisine ulaşan doğru bir yol (İslam’)a iletecektir. Nisâ /175
  • Âyetlerimiz onlara, apaçık deliller halinde okunduğu zaman, (ahirette) bize kavuşmayı ummayanlar (Peygamber’e): “Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya bunu(n hoşumuza gitmeyen yerlerini) değiştir.” dediler. De ki: “Kendiliğimden onu değiştirmem (asla mümkün) olmaz. Ben sadece bana vahyedilene uyar (onu bildirir)im. Eğer Rabbime karşı gelirsem, şüphesiz o büyük günün azabından korkarım.” Yûnus /15
  • (O) gökten su indirir ve vadiler kendi hacmince (sel olup) akar, sel, suyun üstünde kabaran köpüğü/çer çöpü alıp götürür. Bir de ziynet veya bir eşya yapmak için ateş yakıp erittikleri (madeni) şeylerden de onun gibi bir köpük (posa) meydana gelir. İşte Allah, hak ile batılı bu tarz benzetme(ler) ile anlatır. Köpük (hiçbir işe yaramaz) yok olup gider. İnsanlara fayda veren (esas) şeye gelince, o, yeryüzünde kalır. İşte Allah (bu köpük, çer çöp gibi kalpteki her türlü batıl fikirler, şüpheler, fitneler ve taraftarları terkedilsin, yerine Kur’an hakim olsun diye) böyle misaller verir. Ra’d /17
  • alt                                              alt
  •                                              alt

 

                                                          alt

 

 

 

                                          O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI

 

  1. Ebû Umâme (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

       “Allah kulunun kıldığı iki rekat namazdan daha üstün olarak hiçbir konuda değer vermemiştir. Kul namaza devam ettiği sürece üzerine iyilik ve sevap saçılır. Kullar Allah’a, Kur’ân’la ilgileri arttıkça yaklaşmış olurlar.” (Tirmizi)

 

  1. Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

     “Kıyamet günü Kur’ân getirilecek ve şöyle diyecek: “Ey Rabbim beni okuyup benimle hayatını yaşayan bu kulunu giydir, o kimseye keramet tâc’ı giydirilecek sonra Kur’ân diyecek: artır ya rabbi. İkram olarak elbise de giydirilecek sonra Kur’ân diyecek ki Ey Rabbim ondan razı ol. Allah’ta ondan razı olacak. Denilecek ki: Ey kul oku ve yüksel böylece okuduğu her bir ayetle iyilik, sevap ve mükâfatları artırılacaktır.”(Tirmizi, Dârimî)

vÂişe (r.anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

       “Kur’ân-ı güzel okuyan ve amel eden kişi şerefli ve saygılı olan katip, meleklerle beraberdir.”Kur’ân-ı güçlük çekerek okuyan kişiye iki sevap vardır. (biri okumasından diğeri de zorlanmasından dolayı) (Buhârî, Müslim ve Tirmizî)

 

 

                        alt

 

 

                                          alt

 

                      alt

 

                      alt

 

                                 alt

 

KUR’AN’I ANLAYARAK VE AĞLAYARAK OKUYABİLİYOR MUYUZ?

Müslim’de rivayet edilen bir hadiste; Ebu Umame’den (ra), Rasulullah’ın (sas) şöyle dediği rivayet olunmuştur:

“Kur’an’ı öğreniniz. Şüphesiz o, kıyamet günü ehli için çok iyi bir şefaatçi olacaktır.”

Ebu Musa el-Eş’ari (ra) anlatıyor: Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu:

“Kur’an okuyan ve okuduğuyla amel eden mü’minin örneği, tadı güzel kokusu güzel turunç meyvesi gibidir. Kur’an okumayan, ancak onunla amel eden mü’minin örneği de tadı güzel ancak kokusu olmayan ham hurma gibidir. Kur’an’ı okuyan münafığın durumu ise kokusu güzel tadı buruk reyhan otu gibidir. Kur’an’ı okumayan münafığın durumu ise kokusu olmayan, tadı da buruk olan acı yaban keleği gibidir”(Buhari, Müslim).

“Kur’an ehline; Kur’an’ı oku ve yüksel, Kur’an’ı tıpkı dünyada okuduğun gibi tane tane tertil üzere oku, zira senin rütben, okuyacağın son ayetin yakınındadır.” denilecektir.

Muhammed b. Münkedir,(Tabiin devrinde, Medine'de yetişen hadis âlimlerinden ve evliyanın büyüklerinden.) dünyaya değer vermeyen, garip ve kimsesizlerin yardımına koşan, haksızlığa uğrayanları da koruyan bir kişiliğe sahipti. Her sene hacca gittiği rivayet edilir. Malikî mez­hebine şeklini veren Medine'nin imamı İmam Mâlik onu "insanların en âbidi ve zâhidi" diye över. Bu güzel özelliklere sahip Muhammed b. Münkedir'in en dikkat çekici özelliklerinden birisi de fıtratının hüzünle yoğrulmuş olması ve Kur'an okurken göz yaşlarına hakim olamayışıdır.

Ailesi onun ağlamasına her daim şahit olmaktadır. Yine bir gece Muhammed b. Münkedir namaz kılmaya durur. Birden ağ­lamaya başlar. Buraya kadar her şey normaldir. Çünkü o, gözyaşı insanıdır. Allah için ağlamak artık onun için alışılagelmiş bir davra­nıştır. Fakat bu ağlaması diğerlerine benzemez. Ağlaması gittikçe artar. Ailesi endişelenir ve neden ağladığını sorarlar. Muhammed onlara cevap vermeden ağlamasına devam eder. Ailesi çareyi, onun dostu Ebû Hâzim'e haber salmakta bulur. Gelince olan biteni ona anlatırlar. Muhammed b. Münkedir ağlamaya devam ederken Ebû Hâzim yanına girer ve aralarında şu konuşma geçer:

"Seni ağlatan nedir? Aileni endişeye düşürmüşsün. Bir rahat­sızlığın mı var, neden ağlıyorsun?"

"Okurken şu ayete rastladım."

"Hangi âyet?"

"Şu âyet:

"Eğer yeryüzündeki bütün şeyler ve onunla birlikte bir misli daha zulmedenlerin olsaydı, kıyamet gününde kötü azaptan (kurtulmak için) elbette onu fidye verirlerdi. Artık onlar için, o gün, hiç hesaba katmadıkları şeyler bile Allah tarafından ortaya çıkarılır!" (39/Zümer, 47)

Bu âyeti duyan Ebû Hâzim de onunla birlikte ağlamaya başlar. O da İbn Münkedir gibi bu âyeti belki kaç kez okumuştur. Ama bu âyeti ruhlarında duyma, gözyaşlarına hâkim olamama, belki de bu zamana nasip imiş. O kadar fazla ağlarlar ki, Muhammed b. Münkedir'in aile fertlerinden bazıları Ebû Hâzim'e şöyle derler:

"Onun kederini dağıtman için seni çağırdık. Sen ise onunla birlikte ağlıyorsun. Bununla da kalmadın ağlamasını artırdın." Belirli bir zaman geçince Ebû Hâzim neden ağladıklarını ailesine açıklar. Bu olaydır ki, Muhammed b. Münkedir'in "çok ağla­yan" manasına "Bekkâ" sıfatıyla yâd edilmesine ve hatıralarda yer edinmesine vesile olmuştur.

                                                                                         Kur’an’ın Anlamıyla Buluşmak Platformu


                                                                   alt

 

                                                                  alt

 

                                                                    alt

 

                                                                              alt

 

 

                               alt

 

 

Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır.   Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

                                               alt

 

                                        alt

 

                                                                                       alt

 

                        EY İMAN EDENLER!

                                                Hepinizin dönüşü ancak Allah’adır.

 

Ey iman edenler! (İyiliği emredip kötülüğü önlemede) kendiniz için üzerinize düşene bakın. Siz (bu görevi de îfâ ederek Allah’ın gösterdiği) doğru yolda olduğunuz zaman, artık sapanlar(ın günahı) size zarar vermez. Hepinizin dönüşü ancak Allah’adır. O size yaptıklarınızı haber verecektir. (Maide/105)  

 

 

                                               KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ

 

                                     RABBİMİZ İYİ VE ERDEMLİ OLMAMIZI İSTİYOR

 

 

       Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

 

  • Ey iman edenler! Hepiniz (çekişmeyi bırakıp Kur’an’ın prensiplerinde toplanarak İslâm ile, toplumsal ve evrensel) barışa/güvenliğe (tam anlamıyla İslâm’a) girin, şeytanın (ve benzerlerinin) izinden gitmeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. (Bakara/208)
  • (Ey ibadet edenler!) İyi ve erdemli olmak (yalnızca) yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Fakat iyi ve erdemli (muttakî) kişi; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitab’a (Kur’an’a) ve peygamberlere inanıp malı(nı), sevgisine rağmen (Allah rızası için) akrabaya, yetimlere, yoksullara ve yolda/sokakta kalmışlara, dilenenlere ve boyunduruk altında bulunanlara (kurtulmaları için) veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, ahitleştiği zaman sözlerini yerine getiren, sıkıntıda, hastalıkta ve savaşın şiddetlendiği anda sabredendir. İşte (imanlarında, yaptığı iyilik ve taatta) doğru olanlar onlardır. Ve takvâya erenler de onlardır. (Bakara/ 177)
  • Ey iman edenler! (Gücünüz nisbetinde) Allah’ın emrine uygun yaşayın/aykırılıktan sakının ve ancak müslümanlar olarak can verin. (Âl-i İmrân /102)

 

            alt                                                alt

 

                                      

                                        alt

 

                                         alt

 

                       O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI

 

 

  1. v Enes bin Malik’ten (r.a.) rivayetle, Allah Rasulu (sav) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah cehennemliklerin en az azap görenine: “Şa­yet yeryüzünde olan her şey senin olmuş ol­saydı, onları bu azap­tan kurtulmak için feda eder miydin?” diye sorar. O da: “Evet.” der. Bu cevap üzerine Allahu Teâlâ: “Âdemin sul­bünden birisi ola­rak sen­den bu dediğinden daha azını iste­dim ki, o da bana hiçbir şeyi ortak koşmaman idi; ama sen bun­dan yüz çevirip ortak koştun.” diye buyurur.” (Buhari ve Müslim)

 

  1. Ebu Hureyre (ra)’ nin rivayetine göre Allah Rasulu (sav) şöyle buyurdu:

“Allah (c.c.) şöyle buyurdu: “Ben, kulum Bana dua ettiği vakit onunla beraber olurum.”(Buhari ve Müslim)

 

  1. Ebu Hureyre (ra)’ nin rivayetine göre Allah Rasulu (sav) şöyle buyurdu:

“Allah (c.c.) buyurdular ki: “Kulum Benimle karşılaşmayı severse (isterse), ben de onunla karşılaşmayı isterim. Şayet benimle karşılaşmaktan nefret ederse (istemezse) ben de onunla karşılaşmayı istemem.” (Buhari ve Müslim)

 

 

 

                   alt

 

 

 

 

                                         alt

 

                                                  alt

 

 

                    alt

 

 

                                     alt

 

 

EMROLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL

İslam, Müslümanlara ifrat ve tefritten uzak bir düşünce sistemini ve hayat tarzını emreder. Yani Allah, dininin gönderildiği gibi yaşanmasını ister. Uçlara kaymak, bu dini ana mihrakından çıkarır. Tabiatını değiştirir. Bundan dolayı istikamet/dosdoğru olmak, gerek ihmalkarlığa gerekse aşırılığa sürüklenmemek için çok önemlidir.

Konumuza başlık yaptığımız ayete dönecek olursak: “O halde sen (Rasulüm!) beraberindeki tevbe edenlerle birlikte, sana emredildiği gibi, istikamet üzere (dosdoğru) ol. Aşırı gitmeyin (asla ilahi hududun dışına çıkmayın). Çünkü O, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Hud; 112) buyuran Yüce Allah, adeta ana hatlarıyla şunların altını çiziyor: “Sen her hususta doğruluk ile emrolunmuş bulunuyorsun. Senin her işte Kur’an’da emrolunduğun gibi, sıratı müstakim üzere tam bir doğrulukla hareket etmen ve her hususta, aldığın vahye uyman, Kur’an ahlakı ve ahkamı uyarınca hareket edip bilfiil canlı bir doğruluk örneği olman gerekmektedir. Doğruluğun ve dürüstlüğün senin peygamberliğine ve başarılı olmana en büyük delil ve belge olacaktır.

Bundan dolayı sen, sana karşı çıkanların laflarına bakma, onları Allah’a havale et de gerek mü’minlerle müşterek olan inanç ve amele ilişkin genel görevlerinde, gerek özellikle peygamberlik görevleriyle ilgili olarak yalnızca sana ait olan özel görevlerinde tam emrolunduğun gibi, hakkıyla doğru ol ve doğruluktan ayrılma.”

Bu ifadelerden de anlıyoruz ki, dosdoğru olmak, istikamet üzere bulunmak, Kur’an’ın ortaya koyduğu doğruları hayat haline getirmekle mümkündür. Resulullah, bu emir doğrultusunda adeta “Yaşayan Kur’an”, başka bir ifade ile “Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş şekli” olarak bizler için “numunei imtisal” olmuştur. Bu gerçekler bize açıkça haykırıyor ki, Ey Müslüman! Doğruluğu, beşeri ideolojilerde arama. Vahyin ışıklarından beslenmeyen akıllar, doğruyu bulmada yanılgıya düşerler. Doğruyu Allah’ın Kitabı ve Kitab’ın kendisinde bedenlendiği Peygamberinde bulabilirsin. Bu doğrunun adı da "Sıratı müstakim”dir. Günde kırk defa namazlarında okuduğun Fatiha’da “ihdina’s sırada’l müstakim/dosdoğru yola ilet” diye Allah’tan istekte bulunmana rağmen, İslam dışı dünya görüşlerinden ve hayat tarzlarından medet uman, onların peşine takılman nasıl izah edilebilir? Bu anlayışı, mü’minlik iddianın neresine koyuyorsun?

Abdullah b. Abbas demiştir ki: “Kur’an’ın içinde Rasulullah (s.a.s)’a bu ayetten (Hud; 112) daha ağır ve daha çetin bir ayet nazil olmamıştır. Bunun içindir ki, Efendimiz ‘Hud suresi beni ihtiyarlattı’ buyurmuştur.” Demek ki, Hakk’a ulaşabilmek için istikametten/dosdoğru olmaktan başka yol olmadığı gibi, her hususta istikamet kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor bir emir yoktur. Bununla beraber şu kadarını hatırlatmalıyız ki, bu ayette Rasulullah’a (sas) “Beni ihtiyarlattı” dedirtecek kadar zor gelen nokta, istikamet emrinin asıl kendisiyle ilgili kısmından ziyade, ümmetiyle ilgili kısmıdır. Çünkü ayetin devamında buyruluyor ki: “beraberindeki tevbe edenlerle birlikte.” Yani şirkten tevbe edip de imanda seninle beraber bulunan, Müslüman olan herkes de tıpkı senin gibi dosdoğru olsun. “Ve azmayın” yani Allah’ın tayin ettiği sınırı aşıp da onun dışına çıkmayın, doğruluktan ayrılıp da ifrat veya tefrite sapmayın, aşırı gitmeyin ey Müslümanlar! şeklinde Yüce Allah uyarıda bulunmaktadır.

İşte Rasulullah’ın (sas) endişesi, ümmetinin Kur’an’ı bir tarafa bırakarak, tağutların ihdas ettiği ideolojilere sapmaları, doğruları Vahyin dışında aramaları, ya da uçlara kaymalarıdır. Nitekim böyle yapanları kıyamet gününde Allah’a (cc) şöyle şikayet edecektir: “Peygamber de (şikayetle): ‘Ya Rabbi! Benim kavmim bu Kur’an’ı (okumayı ve hükümlerine uymayı bırakıp hatta menedip onu) terk ettiler.’ dedi.” (Furkan; 30).

Demek ki, istikamet, normal ve yerli yerince hareket edip hiç sağa sola sapmamaktır. şu halde müstakim olabilmek için sürekli uyanıklığa ve ebedi düşünceye ihtiyaç vardır. Yolun hudutlarını Kitap’tan ve Sünnet’ten iyice araştırıp yön tayin ettikten sonra, dosdoğru yoldan yürümeye eğilmeyen beşeri zaaflarımızı da zapturapt altına almamız gerekir.

Ulu Önderimiz Nebiyi Muhterem (sas), ashabına bir gün şöyle seslendi: “Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Allah’a şirk koşmak, anaya babaya itaatsizlik etmek ve yalan söylemektir.”

Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, istikamet doğruluk, sözde, düşüncede ve davranışta gerçekleşir. Allah’tan (cc) gerçek manada korkmak, iyiliğe yönelmek, rahatlık ve gönül huzuru duymak, ancak istikametle mümkündür. Doğrular en güç ve çetin işleri, doğrulukları sayesinde başarabilmişlerdir. “Ey iman edenler! ‘Allah’a saygılı olun/emirlerine uyun’ ve doğru söz söyleyin ki (Allah) işlerinizi düzeltsin ve sizin günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederse, muhakkak ki en büyük bir başarıya/kurtuluşa ermiş olur. (Ahzab; 70-71) ayetinin tefsirinde Kasımi şunları söylemektedir: “Doğruluk/istikamet, her türlü saadetin kaynağı ve bütün bir kemalin temelidir. İstikamet, bütün mükemmelliklerin sebebi olan kalbin saflaşmasıdır. Bu saflaşmanın her ne kadar takva ile gerçekleşmesi mümkün ise de, yalandan kaçınma olan doğruluğun ve istikametin, kendi başına üstünlüğüne ayette ayrı bir cümle halinde yer verilmiştir.”

Karşılıklı ilişkilerde, istikamet üzere olmak da şarttır. “O (sözünden dönen) müşriklerin, Allah katında ve Rasulü yanında nasıl (geçerli) bir antlaşmaları olabilir?! Ancak, Mescid-i Haram yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız hariçtir. Onlar size (karşı ahitlerinde) dürüst davrandıkça, siz de onlara dürüst davranın. Allah muttakileri (emirlerine uyan ve hainlikten sakınanları) sever.” (Tevbe; 7) ayeti bize bu prensibi hatırlatıyor. “Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının ve doğru (sadık) olanlarla beraber olun.” (Tevbe; 119) ayeti de kolektif bir istikamet oluşturmayı ve onları örnek almayı emrediyor.

Kısaca, istikamet üzere olmak ve müstakim kalabilmek, Ali İmran suresi 103. ayeti gereği “Allah’ın ipine topluca sımsıkı sarılmakla” mümkündür. Ne mutlu “İşte bu (İslâm), dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun, (başka) yollara uymayın ki (bunlar) sizi Allah’ın yolundan ayırmasın. İşte ‘Allah, emirlerine uygun yaşayıp kötülüklerden sakınasınız’ diye size bunları emretti” (En’am; 153) İlahi emrine kulak verip istikamet üzere olanlara.

M. Talha Çetin

 

                                                           alt

 

                                         alt

 

 

                                             alt

 

 

 

 

                           alt

 

Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır.   Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

 

Perşembe, 30 Ocak 2014 20:38

KUR'AN VE BİZ, 30 REBİÜLEVVEL 1435 (31 OCAK 2014)

Yazan

                                                                                                                                                             

                                                                     alt

 

                                              alt

 

 

                                                                                                  alt

 

 

                          EY İMAN EDENLER!

                                              Allah’a saygı duyup emrine uygun yaşayın.

 

Ey iman edenler! Eğer Allah’a saygı duyup emrine uygun yaşarsanız, size, iyiyi kötüden ayırt eden bir anlayış/bir nur verir. Kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir. (Enfal Suresi 29)

 

 

                                                  KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ

                                     KUR’AN HERKESİ UYARMAK İÇİN VAHYEDİLDİ

 

                                                                                       Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

  • De ki: “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” (cevap olarak) de ki: “(Benim hak peygamberliğime) benimle sizin aranızda, Allah şahittir. Bu Kur’an bana, gerek sizi, gerek ulaştığı herkesi uyarmam için vahyedildi. Siz, Allah ile beraber başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz?” (Cevaben) de ki: “Ben şahitlik etmiyorum.” “O, ancak bir tek ilahtır. Muhakkak ki ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden de uzağım.” de. (En’âm /19)
  • Eğer Kur’an, (dedikleri gibi bir kitap) olsaydı da, (okuyunca) onunla dağlar yürütülse veya onunla yer yarılıp parçalansa ve onunla ölüler konuşturulsaydı (iman etmeyen yine iman etmezdi). Ama (Kur’an bunlar için inmemiştir), bütün işler Allah’a aittir. İman edenler (kafirler hakkında) daha bilmediler mi ki eğer Allah (kulları iradelerine bırakmayıp da) dileseydi, bütün insanları doğru yola iletirdi? (Allah’ın emirlerinden yüz çevirip) küfre sapanlara gelince, Allah’ın vaadi (kıyamet) gelinceye kadar; yaptıkları işler yüzünden ya kendilerine şiddetli bir felaket gelecek veya (o felaket) yurtlarının/evlerinin yakınına inip duracaktır. Şüphesiz ki Allah vaadinden dönmez. (Ra’d /31)
  • (Ey Resûlüm!) Şüphesiz biz, bu Kitab’ı sana hak/gerçek olarak indirdik. O halde Allah’a, O’nun dinine ihlasl(a gönülden bağl)ı olarak kulluk et. (Zümer /2)

 

 

                  alt                                        alt

 

 

 

                                               alt

 

                                               alt

 

                                O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI

 

  1. Sehl bin Muâz el-Cühenî, babasın­dan (r.a.) rivayete göre Allah Resulü (sav)şöyle buyurdu:

             "Kim Kur'ân okuyup da onunla amel ederse, kıyamet gününde babasının başına ışığı dünya evlerindeki güneşin ziyasından daha parlak bir taç giydirilir. Varın, Kur'ân'la bizzat amel edenin ışığı nasıl ola­cak, bir düşünün?" (Ebû Dâvud)

  1. İbni Ömer (r.a.) den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav)şöyle buyurdu:

     “Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allah’ın kendisine Kur’an verdiği ve gece gündüz onunla      meşgul olan kimse, diğeri Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.”(Buhârî, Müslim,Tirmizî,İbni Mâce)

  1. Nevvâs İbni Sem’ân radıyallahu anh şöyle dedi:

       Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i:

             “Kıyamet gününde Kur’an ve dünyadaki hayatlarını ona göre tanzim eden Kur’an ehli kimseler mahşer yerine getirilirler. Bu sırada Kur’an’ın önünde Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri vardır. Her ikisi de kendilerini okuyanları müdafaa için birbiriyle yarışırlar”buyururken işittim. (Müslim, Tirmizî)

 

 

            

                       alt

 

 

 

 

                                               alt

 

 

 

                                                     alt

 

 

                       alt

 

 

                     alt

 

 

 

KUR’AN’IN KALBE İNİŞİ

Fahri Kainat’ın (sas) eşsiz güzellikteki hayatından okuyacağımız şu misaller, bu gerçeği ne güzel ifade eder! Aişe (ra) şöyle anlatır: “Bir gece Resulullah bana:

“–Ey Aişe! İzin verirsen, geceyi Rabbime ibadet ederek geçireyim” dedi. Ben de:

“–Vallahi seninle beraber olmayı çok severim, ancak seni sevindiren şeyi daha çok severim” dedim. Sonra kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu. Ağlıyordu… O kadar ağladı ki, elbisesi, mübarek sakalları, hatta secde ettiği yer sırılsıklam ıslandı. O, bu haldeyken Hz. Bilal namaza çağırmaya geldi. Ağladığını görünce:

“–Ya Rasulullah! Allah Teala sizin geçmiş ve gelecek günahlarınızı affettiği halde niçin ağlıyorsunuz?” dedi. Bunun üzerine Allah Resulü:

“–Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Vallahi bu gece bana öyle ayetler indirildi ki, onları okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!” karşılığını verdi ve:

Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ‘birbiri ardınca gelip gitmesinde’ (ve uzayıp kısalmasında) akl-ı selim sahipleri için (Allah’ın birliğine ve kudretine ait ibret verici) deliller vardır. (İşte) o (akl-ı selim sahibi) kimseler ayaktayken, otururken, yan taraflarına yaslanarak yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler (ve derler ki:) “Ey Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın. Seni tenzih ederiz, bizi ateş azabından koru.” (Al-i İmran Suresi,190-191) ayetlerini okudu (İbn-i Hibban, II, 386).

Allah Resulünün zeytin gibi simsiyah olan saçlarında artık ağarmalar başlamış, nurdan bir şuleyi andıran beyaz teller gözükür olmuştu. Sebebini soranlara: “Hud suresi ve kardeşleri (Vakıa, Hakka, Mürselat, Nebe’ ve Tekvir) beni ihtiyarlattı” (Tirmizi, Tefsir 57/3297) buyurmuştu. Çünkü Hud suresindeki:

O halde sen (Rasulüm!) Beraberindeki tevbe edenlerle birlikte, sana emredildiği gibi, istikamet üzere (dosdoğru) ol. Aşırı gitmeyin (asla ilahi hududun dışına çıkmayın). Çünkü O, yaptıklarınızı hakkıyla görendir. (Hud Suresi, 11/112) buyrukları Efendimiz’in kalbine inmiş, ondan hem kendisinin hem de beraberinde bulunan tüm mü’minlerin “istikamet üzere olmalarını” talep etmişti. İtikat, ibadet, muamelat, ahlak ve adapta farz-ı daim halinde istikamet üzere bulunmak gerçekten zordur. Buna bir de ümmetin istikamet üzere olması eklendiğinde işin ne kadar zorlaştığı daha iyi anlaşılır. İşte Efendimiz’in belini büken ve saçlarını ağartan bu zorluk olmuştur. Vakıa, Hakka, Mürselat, Nebe’ ve Tekvir sureleri ise dehşetli kıyamet ve mahşer sahnelerinin sergilendiği surelerdir. Sıradan bir müslümanın bile okuduğunda kendinden geçtiği, kalbi yerinden çıkacak gibi olduğu ateş parçası gibi bu surelerin Resulullah’ın o ince, rakik, hassas kalbinde nasıl yakıcı, kavurucu, derin tesirler bıraktığını hayal etmek bile imkansızdır.

Bir de Efendimiz’in kalbine inen Kur’an’ın sahabe-i kiramın kalbine nasıl yansıdığına bakalım. İşte Hz. Ebu Bekir’in hali… Kendisi şöyle anlatıyor:

“Bir gün Resulullah’ın yanında bulunurken “Kim bir kötülük yaparsa (tevbe edip bağışlanması hariç) onun (karşılığıy)la cezalanır da artık kendisine Allah’tan başka bir dost ve bir yardımcı bulamaz.” (Nisa Suresi, 123) ayeti nazil oldu. Efendimiz:

“-Ebu Bekir, bana indirilen bu ayeti sana okutayım mı?” buyurdu. Ben:

“-Tabii ki ya Rasulullah” dedim. Bana bu ayeti okuttu. Sanki belimin kırılıp ayrıldığını hissettim ve öylece kasılıp kaldım. Peygamberimiz:

“-Neyin var, ne oldu?” diye sordu. Ben:

“-Anam babam sana feda olsun ya Rasulullah, hangimiz günah işlemez ki! Şimdi biz işlediklerimiz yüzünden mutlaka cezalandırılacak mıyız?” diye üzüntümü ifade ettim. Bunun üzerine Allah Resulü şu açıklamayı yaptı:

“-Ey Ebu Bekir! Sen ve diğer mü’minler hatalarınız sebebiyle dünyada (bazı sıkıntı ve meşakkatlere uğratılarak) cezalandırılırsınız. Öyle ki Allah’a günahsız olarak kavuşursunuz. Diğerlerine gelince onların yaptıkları biriktirilir ve cezaları kıyamet gününe bırakılır.” (Tirmizi, Tefsir 4/3039).

Kur’an’ın kalbe inişine bir misal de Hz. Ömer’den verelim. Bir gün Hz. Ömer, bir evin önünden geçerken, hane sahibinin, evin dışına taşacak kadar yüksek bir sesle Tur suresini okuduğunu işitti. Adam:

“Rabbinin azabı elbette vuku bulacaktır, onu önleyecek hiçbir şey yoktur” (Tur Suresi, 7-8) ayet-i kerimesine gelince, Hz. Ömer bineğinden indi, bir müddet duvara yaslanarak dinledi. Sonra bu ayetin ikazındaki şiddetin tesiriyle evinde bir müddet hasta yattı. (İbn Recep el-Hanbeli, et-Tahvif mine’n-nar, Dımaşk, 1979, s. 30)

Kur’an-ı Kerim Rasulullah’ın kalbine indi. Oradan sahabenin kalbine, onlardan da nesiller boyu diğer mü’minlerin kalplerine intikal etti. Şimdi nöbet sırası bizdedir. Kur’an-ı Kerim ilk nazil olduğu şekilde, doğruluk, safiyet ve temizliği ile elimizdedir. Bizim onu okuma, anlama ve kalbimize indirme vazifemiz vardır. Çünkü ancak onun manaları kalbimize indiği zaman o bizi kötülükleri terk etmeye, iyilikleri yapmaya ve Kur’an ahlakıyla ahlaklanmaya sevk edecektir. Bu açıdan boğazdan aşağı geçmeyen okuyuşlarda bir hayır yoktur.                            

                                                                                                                      Prof. Dr. Ömer Çelik

 

 

                                                                 alt

 

 

 

                                                alt

 

                    alt                                   alt

 

 

                           alt

 

 

Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır.   Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

                                                                       alt

 

                                    alt

                                                                               alt

 

                    EY İMAN EDENLER!

                                    Allah’a ve Peygamber’e hainlik etmeyin.


Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hainlik etmeyin, (emirlerinin aksini yapmayın; yoksa) siz, bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz. (Enfal Suresi:27)

 

 

                                        KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ

 

                                 KUR’AN MÜSLÜMANLARA BİR MÜJDEDİR

        

                                                                          Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

Elif, Lâm, Râ. Bu (Kur’an, öyle) bir Kitab’dır ki onu sana; insanları Rablerinin izniyle (her türlü kişisel ve toplumsal) karanlıklardan aydınlığa; eşsiz galip ve övgüye layık olan (Allah’)ın yoluna çıkarman için indirdik. (İbrahim:1)

 (Resûlüm!) Biz Kur’an’ı sana zahmet çekmen için değil, ancak (Allah’tan) korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik. (dâvetinden) yüz çevirirlerse de ki: “(Bana emrolunanları) sizin hepinize ‘aynen/eşit’ bir şekilde bildirdim. Artık tehdit edildiğiniz şey yakın mı, yoksa uzak mı bilmem.” ( Ta Ha :2)

 

O gün (kıyamette) her ümmet içinden kendilerine bir (peygamberi) şâhit göndereceğiz. (Resûlüm!) Seni de onların (hepsinin) üzerine şâhit getireceğiz. Biz sana (bu) Kitab’ı, her şey için bir açıklama, bir doğru yol rehberi, bir rahmet ve müslümanlara bir müjde olarak indirdik. ( Nahl :89)

 

                  alt                                alt

 

 

 

                                       alt

 

                                        alt

 

 

                                 O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI

 

 

  • El-Hâris el-A'ver radiyallahu anh'­dan:

"Mescide uğradım, insanların boş konuş­malara daldıklarını gördüm. Hz. Ali'ye ge­lip haber verdim. Şöyle dedi: “Hakikaten bunu yaptılar mı?”

“Evet” dedim.Şöyle dedi:

       “ Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu duydum.”

       “İlerde fitne olacaktır” “Peki ondan kurtu­luş nasıl olur, ey Allah'm Resulü?” diye sor­dum. Şöyle buyurdu:

       “Allah'ın Kitâb'ına sarılmakla. Çünkü siz­den öncekilerin haber(ler)i ile sizden sonraki­lerin haber(ler)i onun içindedir. Aranızda ve­receğiniz hükümler de onun içindedir. O (Kur'ân) önemli bilgileri ihtiva eder, içinde lü­zumsuz ve maksatsız hiç bir söz yoktur. Kim onu akılsızlığından dolayı terk ederse Allah onun belini kırar. Kim hidayeti ondan başka­sında ararsa Allah onu saptırır. O, Allah'ın sa­pasağlam bir ipidir. O, hikmetli olan zikirdir. O, dosdoğru yoldur. O kendisiyle arzuların sapmadığı, dillerin yalan şeyler söylemediği, alimlerin doymadığı, çok okumakla eskimeyen, harikuladeliği tükenmeyen bir kitaptır. O cin­lerin işitip de şöyle dedikleri bir kitaptır: 'Ger­çekten biz, doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur'ân dinledik de ona imân ettik.' (Cin, 1) Kim ondan bir haber getirirse, doğru söy­lemiş olur. Kim onunla amel ederse ecir alır. Kim onunla hükmederse adil olur. Kim insan­ları ona davet ederse, doğru yola iletmiş olur. Ey (Haris el-) A'ver (bu öğütleri) dinle, kula­ğına küpe olsun!"    (Tirmizî)

 

  • Ali radiyallahu anh'dan: Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

"Kim Kur'ân okuyup ezberler, helâlini helâl; haramını da haram sayarsa, Allah bu sebeple onu cennete koyar. Ayrıca haklarında cehennemlik hükmü sabit olan ev halkından tam on kişiye de onu şefaatçi kılar." (Tirmizî)

 

  • Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre,

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

“Allah şu Kur’an’la bazı kavimleri yükseltir; bazılarını da alçaltır.” (Müslim, İbn-i Mâce)     

 

 

                      alt

 

 

                                            alt

 

                                                        alt

 

 

                     alt

 

 

               alt

 

 

EN ETKİLİ REÇETE KUR’AN’DIR

Kur’ân-ı Kerîm, hiç şüphesiz, hepimizin baş tacıdır; çünkü yüce Rabbimizin bize gönderdiği kitabıdır. Ne büyük şeref, ne tatlı bir iltifat ve mazhariyet! Bizim o padişahlar padişahının bu şahâne fermanını, defalarca öpüp başımıza koymamız, yüzümüze, gözümüze sürmemiz, ona en büyük saygıyı göstermemiz icap eder.

Onda eski ümmetlerin ibretleri, geleceklerin haberi vardır. Onun içinde bize yöneltilmiş emirler, yasaklar bulunuyor. Biz ancak onları en iyi tarzda öğrenip tamı tamına uyguladığımız zaman Hakk’ın rızasına erişebiliriz. Hiçbir kaçamak imkânı yoktur, tembelliğin hiçbir mazereti olamaz. Ruhumuzun, bedenimizin, maddî ve mânevî rahatsızlıklarımızın devası, çaresi Kur’an’dır. Fert, aile, cemiyet, ümmet ve nihayet bütün insanlık ona uyulduğu zaman huzura ve mutluluğa kavuşabilecektir; çağımızın buhranlarına reçete Kur’an’dır.

Bu kadar kıymetli, dünya ve âhiretimiz bakımından bu derece ehemmiyetli bir kitabı acaba bu mevki ile mütenasip öğretip öğreniyor muyuz? Maalesef hayır. Kur’an evlerimizde garip garip, boynu bükük durur; yeni nesillerin anlayacağı doyurucu tefsirler yoktur, kütüphanemizin raflarında tefsir kitapları toz tutmuştur. Birçok müslüman onu yüzünden bile okumasını beceremez; okuyanların çoğu tertil ve tecvide, tâzim ve tebcile riayet etmez veya iyi okursa da içindeki ahkâmı bilmez, çoğumuz ise İslâmî emirlere uymaz, Kur’ân-ı Kerîm’e zıt bir hayat tarzı sürdürürüz. Büyük alim Hasan-ı Basrî (rha.) diyor ki:

“Kur’ân-ı Kerîm, ahkâmına uyulsun, kendisiyle amel olunsun diye indirilmiştir. Halbuki şimdi halk onun sırf kıraat ve tilavetini amel edinmiş.”

Meşhur sahabî Abdullah b. Mes’ûd’dan da böyle bir ifade rivayet edilir. Demek ki söze takılıp kalmak, öze inmemek, ana gayeyi unutup detayla oyalanmak, lafa dalıp icraata, çalışmaya, emrin gereğini îfâya, eyleme geçmemek eski, yaygın, çirkin ve çok tehlikeli bir hastalık. Bu hastalıktan kendimizi kurtarmak zorundayız sevgili okuyucular! Meşhur mutasavvıf alim Ebû Abdurrahmân Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî (v. 412/1021) bu mevzuda çok dinamik, çok değerli bir metot zikrediyor ve diyor ki:

“Bize ilim öğreten üstatlarımız rivayet ettiler ki onlar, on âyet-i kerîme (veya bir aşr-ı şerîf) öğrendiler mi, asla daha öteye geçmez, önce o on âyet ile amel ederler, sonra öğrenmeye devam ederlermiş. Biz de o usulü takip ettik. Bu yolla Kur’ân-ı Kerîm’i ve onunla ameli (ahkâmına ittibayı) birlikte yan yana öğrendik.”

Cehalet felakettir, amelsiz ilim ise vebal sayın okuyucular! Silkinelim, atâlet ve cehaleti yenelim; Allahu Teâlâ’nın aziz kitabını yeni bir şevkle, aşır aşır, deste deste, sözünü belleyip, ahkâmını tatbik ede ede bağrımıza basalım, başımıza taç, hayatımıza rehber eyleyelim. Salahımız, felahımız, nusretimiz, izzetimiz, saadetimiz Kur’an’ı iyi anlayıp iyi uygulamaktadır.

Bütün dertler, musibetler, belalar, zararlar, ziyanlar, fitne ve fesatlar, isyanlar, anarşiler, dinden uzaklaşmaktan doğuyor; adeta ilahi ve amansız bir ceza olarak başımıza yağıyor. Çare tevbe etmekte, İslam’a dönmekte! Başka yollar çıkmaz, başka nizamlar faydasız...

En güzel, en mükemmel, en tesirli, en şifalı ilaç İslam! Ne mutlu Müslüman olanlara!..

 

 

                                                                                               Kur’an’ın Anlamıyla Buluşmak Platformu

 

 

                                                    alt

 

         alt

 

 

 

                                                                   alt

 

 

                                                             alt

 

 

 

 

                                                 alt

 

 

 

 

                       alt

 

 

 

Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır.   Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

 



                                                                 alt

 

                                         alt

 

                                                                                         alt

    

                     EY İMAN EDENLER!

                                              Allah’a ve Resûlü’ne uyun.


Ey iman edenler! (Peygamber,) sizi hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah’a ve Resûlü’ne uyun. Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer (sözünüzle niyetinizin aynı olup olmadığını bilir) ve siz, elbette yalnız O’nun huzurunda toplanacaksınız.(Enfal Suresi:24)

  

                                          KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ

  

                                                   “ALLAH’A VE PEYGAMBER’E İTAAT EDİN.”

 

                                                                                Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

(Ey Resûlüm!) De ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir. (Yine) de ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse (kâfir olurlar), şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez. (Al-i İmran: 31-32)

 

Bunlar, Allah’ın sınırları (kanunları)dır. Kim Allah’a ve Peygamberi’ne itaat ederse, O’da onu alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar ki; orada ebedî olarak kalacaklardır. (İşte) bu en büyük kurtuluş (ve saadet)tir. Kim de Allah’a ve Peygamberi’ne isyan eder ve O’nun (hükümlerine karşı) sınırlarını aşarsa (Allah), onu ebedî kalacağı ateşe koyar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır. (Nisa:13, 14)

 

Allah ve Resûlü bir meselede hüküm verdiği zaman, inanan bir erkek ve kadına, artık o işte, kendi (arzu ve heves)lerine göre (başka) tercih hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne karşı gelir (onlar tarafından verilmiş hükümleri beğenmez, kendi tercihlerine önem verir)se, kesinlikle o, apaçık bir sapıklıkla sapmış olur. (Ahzab:36)

 

                    alt                                      alt

 

 

                                             alt

 

                                               alt

 

                                     O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI

 

   “Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul edin diyenler çıkar. İyi bilin, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.” (Tirmizi, Darimi)

 

   Peygamberimiz Muaz İbn Cebel (ra) i Yemen’e gönderirken kendisine sordu:

 

- Sana bir konu geldiğinde nasıl hükmedersin? Muaz:

- Allah’ın kitabı Kur’an ile hükmederim, dedi. Peygamberimiz:

- Allah’ın Kitabında bulamazsan ne yaparsın? Buyurdu. Muaz:

- Allah’ın Peygamberinin sünneti ile hükmederim, dedi. Peygamberimiz:

- Allah’ın Peygamberinin sünnetinde bulamazsan ne yaparsın? buyurdu. Muaz:

- O zaman ictihad eder, kusur etmemeye çalışırım, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:

- Allah’a hamdolsun ki, Allah’ın Rasulünün elçisini Peygamberinin razı olacağı şeye muvaffak kıldı, buyurdu ve   Muaz’ın görüşünü tasvip etti. (İbn Mace)

 

   “Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.” (Hâkim)

    

                     alt

 

                                              alt

 

                                                 alt

 

                   alt

                             alt

 

KUR’AN’DAN SEKİZ ŞEY ÖĞRENDİM

Kur’an, kendi ifadesiyle insanları irşad ve doğru yolu göstermek için inmiştir. Bu yönüyle müslümanlar Kur’an-ı Kerim’i hem ibadet, hem de hayat rehberi olarak kabul etmişlerdir.

Kur’an’ın gerçek mesajını en iyi kavrayan simalardan biri de meşhur sufi Hatim el-Esam’dır. Hicri 3. asırda yaşayan bu gönül sultanı, Şakik el-Belhi’nin talebesidir. Hatim el-Esam ile hocası Şakik el Belhi aralarında şöyle bir konuşma geçer:

Şakik: Kaç yıldır benden ders alıyorsun?

Hatim: 33 yıldan bu yana

Şakik: 33 yılda ne öğrendin?

Hatim : “Ancak sekiz mesele öğrenebildim”

Şakik :“Fe Subhanallah! Seninle 33 yıl beraber olduk, demek ki ancak sekiz mesele öğretebildim! Yazık bana. Fazla faydalı olamamışım! O halde öğrendiğin sekiz mesele nedir?” Bunun üzerine Hatim el-Esam hocasına şunları sayar.

BİRİNCİSİ: İnsanlara baktım ki, her birisinin bir sevdiği var. O sevdiği ile hayatını sürdürüp gidiyor. Ölümü hiç aklına getirmiyor. Fakat kabre varınca sevdiğinden ayrılıyor. Bu hali görünce Kur’an’ı Kerim’deki “Sizin kendinizden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz” (Cuma, 62/8) ayeti ile Hz Peygamber’in şu hadisini hatırladım “Ölüyü kabre kadar üç şey takip eder; ikisi döner biri kalır. Yakınları ve malı döner, ameli ile baş başa kalır.” (Buhari, Rikak, 42) Bunun üzerine ben de salih amelimi kendime sevgili yaptım ki kabre girdiğimde benden ayrılmasın!

İKİNCİSİ: Naziat suresinin 39 ve 40. ayetlerini düşündüm. Burada Allah Teala: “Her kim Rabbinin makamından korkup nefsini heva ve şehavattan alıkoymuşsa işte cennet onun varacağı yerdir.” buyuruyor. Bu ayeti öğrenince nefsimle mücadele edip onun dizginlerini elime aldım, nefsimi itaatte daim eyledim.

ÜÇÜNCÜSÜ: İnsanlara baktım. Gördüm ki devamlı dünya için çalışıp çırpınıyorlar. Ne kazanırlarsa onu biriktiriyorlar. Oysaki Cenab-ı Hak: “Sizin yanınızdaki dünya nimetleri tükenir, Allah katındaki rahmet hazinesi ise bakidir” (Nahl,16/96) buyurmaktadır. Bu ayeti hatırladım ve senelerdir kazanıp, biriktirmiş olduğum şeyleri Allah rızası için tasadduk ettim ve ahiret azığı olsun diye Allah’a emanet eyledim.

DÖRDÜNCÜSÜ: İnsanlara baktım, üstünlüğü soyda, sopta, zenginlikte, makam ve mevkide zannediyorlar. Ben ise Allah’ın: “Biliniz ki, Allah katında en iyiniz, takvası en ziyade olanınızdır” (Hucurat, 49/13) Kavli kerimine baktım ve takvaya sarıldım. Ta ki Allah yanında mükerrem olayım.

BEŞİNCİSİ: Şu insanlara baktım, mal ve şöhret sebebiyle birbirlerine haset ve buğz ediyorlar. O zaman yine Allah’ın kelamına müracaat ettim; “Dünya hayatında onların maişetlerini aralarında biz taksim ettik” (Zuhruf, 43/32 ) ayetini düşündüm, benim hakkımda irade buyurmuş olduğu taksimata razı oldum. Herkesle iyi geçindim. Hiç kimseye hased ve düşmanlık etmedim.

ALTINCISI: İnsanlara baktım birbirlerine düşmanlık ve kötülük etmekte sanki yarışıyorlar. Hakikatte düşmanıma baktığımda onun da şeytan olduğunu düşündüm. Cenab-ı Hakkın “şeytan sizin (ezeli) bir düşmanınızdır. Onun için siz de kendisini bir düşman kabul ediniz” (Fatır, 35/6) fermanına baktım, ona düşman oldum ve insanların hepsini Allah için sevmeye başladım.

YEDİNCİSİ: Baktım ki bütün insanlar dünyevi ihtiyaçları için çalışıyorlar. Bunun için nefislerini dahi zillete düşürüyorlar, hatta haram ve şüpheli şeylere bile giriyorlar. Bunun üzerine şu ayete baktım: “Yeryüzünde ne kadar yürüyen canlı varsa hepsinin rızkı ancak Allah’a aittir.” (Hud, 11/6) Böylece kendimi de o canlılar arasında bir canlı olarak hesap ettim ve ömrümü Rabbimin taatında geçirmeye koyuldum.

SEKİZİNCİSİ: Gördüm ki insanların kimi malına, kimi mülküne, kimi sanatına, kimi gençliğine... güvenip dayanıyor. Böylece bütün insanlar mahlukata güvenmiş oluyorlar. Oysa Cenab-ı Hakkın: “Kim Allah’a güvenip dayanırsa Allah ona kafidir” (Talak, 65/3) ayetini hatırladım ve yalnız Allah’a güvenip O’na dayandım.

Bütün bunları can kulağıyla dinleyen hocası Şakik el-Belhi:

- “Ey Hatim! Gönlümü hoş ettin. Kur’an’dan pek güzel istifade etmişsin. Bu saydığın şeyler üzere amel edersen iki cihanda mutluluk senindir. Ben dahi bunlara amel edersem ancak kurtulabilirim. Seni tebrik ederim beni de irşad ettin. Rabbimden tüm talebelerimin böyle yetişmesini niyaz ederim. Allah sana hayırlı ve uzun ömür versin, gönlün muhabbet ve sürurla dolsun.

Dr. M. Selim Arık (Bursa Merkez Vaizi)



                                                         alt

 

                                                             alt

 

                                                                            alt

 

                                                                  alt

 

                            alt

 

Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır.   Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

Cumartesi, 11 Ocak 2014 23:48

El-ADİL 2, 9 REBİÜLEVVEL 1435 (10 OCAK 2014)

Yazan

                                                                                                           alt  

           

                  alt

 

        

                                                                                   alt

 

 

                    EY İMAN EDENLER!

 

                                           Adalet Timsâli Şâhitler Olun.

 

Ey iman edenler! Allah için adaleti (hakkı) ayakta tutan (hâkimler), adalet timsâli şâhitler olun. Bir kavme duyduğunuz kin sizi adaletten sapmaya sevketmesin. Âdil davranın, takvâya daha yakın olan da budur. Allah’a karşı takvâlı olun (emirlerine uygun yaşayın). Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Maide Suresi / 8)


                              

                                         KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ

 

           ALLAH (CC) ADALETİ EMREDER

 

     Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

  • Şu bir gerçek ki Allah, size emanet (ve iş)leri mutlaka ehline (İslâm’a göre ahlâkı sağlam, yeteneklilere) vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Gerçekten Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz Allah, (her şeyi) işiten ve görendir. (Nisa Suresi: 58)
  • (Ey müslümanlar!) Böylece sizi dengeli (seçkin ve adaletli) bir ümmet kıldık ki, insanlara karşı (adaletin örneği ve hakikatin) şâhitler(i) olasınız ve Peygamber de sizin lehinizde şâhit olsun. (Resûlüm! Biz vaktiyle arzulayıp da şu anda) yöneldiğin kıble (olan Kâbe’)yi ancak (sen) Peygamber(im’)e uyanları, topukları üzerinde geri dönen (münâfık ve mürted)lerden ayıralım (da onlar bilsinler) diye kıble yaptık. Gerçi bu (çevrilme) elbette Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerden başkasına ağır gelmektedir. Allah sizin imanınızı (Mescid-i Aksâ’ya yönelerek kıldığınız namazlarınızı) asla zâyi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara karşı çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Bakara Suresi: 143)
  • “Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı tam olarak, adaletle yerine getirin, insanlara eşyalarını (haklarını) eksik vermeyin ve yeryüzünde (Allah’ın koyduğu sosyal ilkeleri değiştirerek) bozgunculuk yapmayın, kargaşa çıkarmayın (ve fenalık yapmayın)!”(Hud Suresi 85)

 

 

                     alt                                        alt

 

 

 

                                           alt

                                           alt

 

                               O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI

 

  •  Abdullah İbni Amr İbni’l-Âs (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

       “Şüphesiz ki, adâletle iş gören ve hükmedenler, Allah katında nurdan minberler üzerinde Rahmân’ın sağ elinin yanında olacaklardır. O’nun her iki eli de sağdır. Bunlar, hükümlerinde ve aileleri ile sorumlu bulundukları hakkında adâleti gözeten kimselerdir”. Müslim, İmâre 18; Nesâî, Âdâbü’l-Kudât  1﴿

  •    Enes b. Mâlik (r.a.)’in rivâyet ettiğine göre Rasûlullâh (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

     “Hükmettiğiniz zaman adâletle hükmedin. Öldürdüğünüzde de güzel bir yolla (eziyet etmeden) öldürün. Şüphesiz ki, Allah güzeldir, iyi ve güzel muameleden hoşlanır”.Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 6/40; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 5/197.﴿

  •    Ubâde b. Sâmit (r.a.)’den rivâyete göre, o şöyle demiştir:

“Rasûlullah (s.a.v)’e zor ve kolay hallerimizde, sevinçli ve kederli günlerimizde dinleyip itaat etmek, işinin ehli yöneticiyle emirlik konusunda tartışmamak, nerede olursak olalım hak ve adâleti söyleyip Allah uğrunda hiçbir kınayanın kınamasından korkmayıp bu korkuyla hakkı bırakma­mak üzere biat etmiştik”.   Nesâî, Bey’at 4; Tirmizî, Siyer 34; İbn Mâce, Cihad 41.

 

 

                   alt

 

 

                                                     

                                                        alt

 

 

 

                                                 alt

 

 

             alt

 

 

                alt

 

 

 

 

 

ADALET, AH­LÂKÎ ERDEMDİR.

 

 

Kur’ân-ı Kerîm’de hak ve adaletin mutlaklığı öylesine vurgulan­mıştır ki bizzat Allah’ın âhirette hiçbir haksızlığa mahal verilmeyecek şekilde adaletle hükmedeceği ve onun bu vaa­dinin kesin (hak) olduğu belirtilmiştir.(10/Yûnus, 54-55; 21/Enbiyâ, 47; 39/Zümer, 69.) Hükümde, idarede ve beşerî münase­betlerde adalet insanlığın ve İslâm’ın hedefi olmakla beraber, belli bir uygulama ve davranışın her zaman ve her yerde adaleti temin edip etmediği hu­susu önemli bir problem teşkil etmek­tedir. İslâm düşünürlerine göre bura­da iki kategori vardır. Birincisi akla dayanır ve devamlıdır; bu kategoriye gi­ren davranışlar daima âdil ve güzeldir. Söz gelişi iyiliğe iyilikle karşılık vermek, zarar vermeyene zarar vermemek gi­bi. İkincisi kanun ve kaideye dayanır, dolayısıyla izafîdir ve zaman içinde de­ğişebilir. Bu tür adalet, bazan muka­bele yoluyla ve mecazen “Kötülük, tecavüz” gibi kelimelerle de ifade edi­lir. Meselâ kötülüğe kötülükle muka­bele etmek, tecavüzü aynı ölçüde tecavüz ile karşılamak gibi. Ayrıca kısas, diyet, tazminat, misilleme de bu kategoriye giren örneklerdir. (el-Müfredât, ‘adl, md. )

Allah’ın adaleti, var olan her şeye varlık hiyerarşisi içindeki durumuna göre tamlık ve mükemmel­lik kazandırmasıdır. İlâhî adale­t, varlık sahnesinde yer alan her varlı­ğın bütün gelişim safhalarında ve hatta her cüzünde tecellî etmiştir.

Hz. Peygamberin adalet sıfatını kaza­nabilmesi, daveti yani risâlet görevini yerine getirmesi, bu konuda insanların keyfî istek ve arzularını hesaba kat­maksızın ilâhî emirlerin gösterdiği şe­kilde doğru olması ve Allah’ın daha önceki kitaplarda bildirdiği ebedî ger­çeklere inanması şartına bağlanmış­tır. (42/Şûrâ, 15.)

İnsanın Allah nezdinde en üstün değer ölçüsü olan takva (49/Hucurât, 13.) erdemine nail olabil­mesi için âdil olması (5/Mâide, 8) ve adaletli söz söylemesi (6/En’âm, 152.) gerekir. Esasen doğrulukla (sıdk) birlikte adalet (adl) de ilâhî kelâmın bi­rer niteliğidir. ( 6/En’âm, 115.)

Adalet sıfatı kaybo­lursa bundan fazlalık veya eksiklik şeklinde iki taraf doğmaz; sade­ce zıddı ve karşıtı doğar ki o da cevrdir” (İhya, III. 54; Mânü’l-amel, s. 91.)

Adaletin ölçüsü yahut dayanağı hakkaniyettir. Hidayete hak sayesinde ulaşılabileceği gibi ada­let de hakka uymakla sağlanır. Hak, sabit bir kanun ilkesidir. Bir hak konusunda hüküm verilirken, hak­kın kendi lehine hükmedilmesi halinde bundan memnun olan, fakat aleyhine hükmedilmesi durumunda bu hükmü tanımayan insanlar için “İşte bunlar za­limlerdir” ( 24/Nûr, 48-51.) denilmiştir. Şahsî menfaat temini, akrabalık, düşmanlık gibi hissî durumlar, taraflardan birinin soylu veya aşağı ta­bakadan olması, bedenî veya ruhî ba­kımdan kusurlu bulunması gibi ahlâk kanununu ilgilendirmeyen sebepler bir hakkın ihlâlini, örtbas edilmesini ve sonuç olarak adalet ilkesinden sapmayı mazur gösteremez. (5/Maide, 8; 4/Nisâ, 3; 3/Âl-i İmrân, 75.)

                                                                                      ...

Adalet, ferdî ve içtimaî yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlamaktır.

Adalet, ah­lâkî erdemdir.

Adalet, “Davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmaktır.

Adalet, Allah’a şirk koşmamaktır.

Adalet, orta yoldur, yapılması gerekenin en iyisini ve uygun olanı yapmaktır, istikamettir.

Adalet, düzendir, dengedir, denkliktir, eşitliktir, gerçeğe uygun hükmetmedir, doğ­ru yolu izlemektir, takvaya yönelmektir, dü­rüstlüktür, tarafsızlıktır.

Adalet, insanın fizyolojik ve fizyonomik yapısındaki uyum, ahenk ve estetik görünümdür.

Adalet, insanın ruhî ve manevî yapısında bulu­nan denge (itidal) ve ahenktir.

Adalet, insanların keyfî istek ve arzularını hesaba kat­maksızın ilâhî emirlerin gösterdiği şekilde doğru olmaktır.

Adalet, başkalarının geli­şigüzel istek ve telkinlerinden etkilen­meyen istikrarlı bir doğruluk ve ahlâk kanununa itaatla gerçekleşen ruhî den­ge ve ahlâkî kemaldir.

Adalet, hayatın her anında aşı­rılıklardan uzak bir davranış sergilemektir.

Adalet, içtimaî bünyede de aşırılıklardan uzak, dengeli ve uyumlu bir hayat tarzı benimsemektir.

Adalet sıfatından yoksun olan kişi dil­siz, âciz ve hiçbir işe yaramayan bir köle gibidir. Böyle birisi, adalet faziletini kazanmış, dolayısıyla doğru yolu bulmuş olanla bir tutulabilir mi?

Adalet, kazanılması gereken bir kemal, olgunluk sıfatıdır.

Adalet, insanın ahlâkî davranışlarının öteki temel faziletleriyle uyumlu bir sonucudur.

Adalet, zulüm ve zulme boyun eğme diye adlandırılan iki rezaletin or­tasıdır.

Adalet, sadakattir, ülfettir, vefadır, şefkattir, sıla-i rahimdir, iyiliğin karşılığı­nı vermedir, ortak işlerde dürüst hareket etmedir, hak­ları güzellikle ödemektir, yakınla­rın ve erdemli kişilerin dostluğunu kazan­maktır, teslimiyettir, tevekküldür, ibadettir.

Adalet, borcunu vermek, alacağını istemektir; görevini yerine getirmek ve hakkını almaktır.

Adalet, iyiliğe iyilikle karşılık vermektir, zarar vermeyene zarar vermemektir.

Adalet, kısastır, diyettir, tazminattır, misillemedir.

Adalet, verilen ile hak edi­len arasındaki dengedir. Bu denge bazı hallerde eşitlikle gerçekleşir; ancak adalet eşitlik değil, dengedir... ( Bu yazı, Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi [DİA], İstanbul, 1988; 1/341-344. Sayfalar arasında yer alan Adalet maddesinden uyarlamıştır.)



 

 

 

alt

    

                                                      alt

 

 

                                                           alt

 

 

                                                           alt

 

 

                       alt

 

Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır.   Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

 

 

Cumartesi, 04 Ocak 2014 16:36

El-ADİL, 2 REBİÜLEVVEL 1435 (3 OCAK 2014)

Yazan

           

          alt

 

                  alt

 

                                                                                          

                                                                                         alt

 

                      EY İMAN EDENLER!


Ey iman edenler! (İyiliği emredip kötülüğü önlemede) kendiniz için üzerinize düşene bakın. Siz (bu görevi de îfâ ederek Allah’ın gösterdiği) doğru yolda olduğunuz zaman, artık sapanlar(ın günahı) size zarar vermez. Hepinizin dönüşü ancak Allah’adır. O size yaptıklarınızı haber verecektir. (Maide Suresi 105)

                      
                                   KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ

                                           “DEKİ:RABBİM BANA ADALETİ VE İTİDALİ EMRETTİ”

    

                                                                           Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

  • De ki: “Rabbim bana adaleti ve itidâli emretti. Her mescidde (namazda) yüzlerinizi (kıbleye) çevirin. Dini yalnız ‘Allah’a has kılarak’ (ve ihlasla) kendisine (kulluk edip) yalvarın (başkalarını putlaştırıp/tanrılaştırıp onlara sığınmayın. Unutmayın ki) ilk defa sizi yarattığı gibi, yine (O’na) döneceksiniz.” (Araf/29)
  • Ey iman edenler! Allah için adaleti (hakkı) ayakta tutan (hâkimler), adalet timsâli şahitler olun. Bir kavme duyduğunuz kin sizi adaletten sapmaya sevketmesin. Âdil davranın, takvâya daha yakın olan da budur. Allah’a karşı takvâlı olun (emirlerine uygun yaşayın). Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Maide/8)
  •  Ey iman edenler! Kendinizin, ana babanızın veya akrabalarınızın aleyhine olsa bile, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun; (haklarında şahitlik ettikleriniz) ister zengin, ister fakir olsunlar. Çünkü Allah, her ikisine de (sizden) daha yakındır. Haktan ayrılarak heva ve hevesinize uymayın. Eğer (şahitlikte), dilinizi eğip büker (yalancı şahitlik eder)seniz veya (şahitlikten) kaçınırsanız, (bilin ki bu, kul hakkını ihlaldir, zulümdür.) Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Nisa/135)

 

 

                alt                                        alt

 

 

 

          

                                                  alt

 

 

 

                                                    alt

                                 

 

 

                                     O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI

 

 

  •    Abdullah ibni Amr ibni-l As (Ra)’dan rivayetolunduğuna göre Rasûlullah (Sa) şöyle buyurdu:

          “Ailesine ve idaresi altında bulunanlara adaletle hükmeden adil kimseler Allah katında nurdan koltuklar üzerine otururlar.” (Müslim İmara 18)

 

                               İyaz ibni Hımar (Ra) Rasûlullah (Sav) şöyle buyurken dinledim dedi.

          “Cennettekiler üç sınıftır: Adil ve başarılı devlet başkanı, akrabasına ve müslümanlara karşı merhametli ve yumuşak kalpli kişi ailesi kalabalık olduğu halde haram kazançtan uzak kalmaya çalışıp kimseden bir şey istemeyen adamdır. (Müslim Cennet 63)

 

  •    Numan ibni Beşir (Ra)’nın anlattığına göre babası onu Rasûlullah (sav)’in yanına götürdü ve

          “Ben sahibi olduğum bir köleyi bu oğluma verdim” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sav), “Buna verdiğin gibi diğer çocuklarına da verdin mi?” diye sordu. Babam, “Hayır vermedim” dedi. Bunun üzerine peygamber (sav), “O halde bağışından dön” buyurdu.

 

         Müslim’in diğer bir rivayetine göre, Rasûlullah (sav),

 

       “Bu bağışın aynısını diğer çocuklarına da yaptın mı?” buyurdu. Beşir: “Hayır yapmadım” dedi. Bunun üzerine peygamberimiz: “Allah’tan korkunuz. Çocuklarınız arasında adaletli davranınız” buyurdu. Bunun üzerine babam bağışından döndü ve köleyi geri gönderdi. (Müslim, Hibat,13)

 

 

 

 

                  alt

 

 

 

                                          alt

 

 

                                                   alt

 

               alt

 

             alt

 

ADALETTEN VE DOĞRULUKTAN AYRILMAMAK

 

Bizde “el-’adlü esâsü’l-mülk” denmiştir. “el-’adl”, yani adalet; esas: Temel; mülk: Egemenlik... (Yani emlâk mânasına, taşınamaz mallar mânasına değil) mülk, egemenlik demek. Meliklik, malik olmak; bir toplumun yönetimine sahip olmak demek. “Egemenliğin, hâkimiyetin, idareye sahip olmanın temeli adalettir.” Dinimiz böyle buyuruyor.

İki âyet-i kerîmede müslümanlara kendilerinin anne babasının ve yakınlarının, akrabasının bile aleyhinde olsa, adaletten ayrılmamaları tavsiye buyruluyor. İnsanın kendisini aşması, kendisi aleyhine karar verebilmesi başka bir din ve kültürde görülmüş mü? Hâkim, kendi kendisini mahkûm edecek; çünkü Kur’an, “Velev ‘alâ enfüsiküm evi’l-vâlideyni ve’l-akrabîn”: İsterse kendinizin aleyhinde olsun, isterse anne babalarınızın aleyhinde olsun... Yine adaletten, doğruluktan ayrılmayın.”diyor. Anne babasını mahkûm edecek bir hâkim, akrabasını mahkûm edebilecek bir kadı, bir adalet mensubu uygulayıcısı olabilmek, bize, bizim kültürümüze mahsus bir şereftir, bizim İslâm ve iman kültürümüzde görülebilen bir şereftir.

Nitekim Kadı Hızır Çelebi’nin Fatih Sultan Mehmed’i mahkûm ettiğini biliyorsunuz. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed’le İstanbul’un eski sahibi olan ahaliden Rum bir mîmar davalı ve davacı oluyor ve sonuçta kadı efendi kalkıyor, Fatih Sultan Mehmed cennetmekânı mahkum ediyor. Hakikaten hukuk tarihinde böyle olaylar olmuş mudur? Gerçekten bu kadar cesur kararlar veren, sevdiği ve bağlı olduğu hükümdarı mahkûm edebilen hukukçular yaşamış mıdır? Eğer yaşamışsa herhalde onlar da yine ilahî bir dinden feyiz almış, Allah huzurunda hesap vereceğini bilen insanlardır; ancak öyle olabilir. İhtimal olarak varsa, olmuşsa, âhirete inanan, âhiretteki mahkeme-i kübrâya inanan, din gününe, yani “mâliki yevmi’d-dîn”, din gününün maliki Allah’ın huzuruna varılacağını bilen insanlardan çıkabilir böyle jestler.

“Din”, karşılık demektir; “mâliki yevmi’d-dîn”, yani insanların yaptıkları işlerin, iyi veya kötü, karşılığı ne ise onun verileceği gün. “Mâliki yevmi’d-dîn” âyet-i kerîmesinin “din gününün sahibi” diye tercümesi doğru değil. “İnsanların yaptıkları âmâlin, ef’âlin, yaşam tarzlarının ve işlerinin, ceza veya mükâfat olarak karşılığının verileceği güne malik olan” diye tercüme edilmeli.

Sonra, Tin suresinde, “femâ yükezzibüke ba’dü bi’d-dîn. Eleyse’llâhu bi-ahkemi’l-hâkimîn” buyrulmuştur. Yani, “Bu kadar gerçeklerden sonra hangi husus sana dini kabul etmemeyi, tekzip etmeyi, yalanlamayı telkin edebilir, işaret edebilir?” Buradaki “din” de yine karşılık mânasına geliyor, yani hakkın yerini bulmasını inkâr etmeye seni ne götürebilir, hangi sebep seni o tarafa itebilir? Mümkün değil böyle bir şey, “Eleyse’llâhu bi-ahkemi’l-hâkimîn”; Allah hâkimler hâkimi, yani adaletliler adaletlisi, en adaletli, hükmü en isabetli olan değil mi? “Ahkemi’l-hâkimîn” “hükmü en isabetli” diye tercüme edilmeli, dinî kim inkâr edebilir sözü de ettiklerini bulmanın gerçekleşeceğini kim inkâr edebilir demek. “Femen ya’mel miskâle zerretin hayran yerahû, ve men ya’mel miskâle zerretin şerran yerahû”: “Zerre kadar hayır işleyen karşılığını görecek, mükâfat olarak; zerre kadar şer işleyen cezasını çekecek, ikâb olarak.” Yani azap olarak çekecek diye bildiriliyor.

Demek ki toplum hayatının temeli, bizim dinimizde çok net olarak görüldüğü üzere adalet. Peygamber Efendimizin hayatından başlayarak, düşman bile olsa haklıya hakkının teslim edilmesi ve hukuka riayet edilmesi emrediliyor bize.

Mekke-i Mükerreme’nin fethi sırasında Kâbe-i Müşerrefe’nin anahtarı henüz müslüman olmamış bir ailenin elinde idi, teslim etmek istemedi. “Kimseye vermiyorum.” deyince Hz. Ali de zor kullandı ve aldı anahtarı. Kâbe’nin kapısını açtı, namaz kıldılar. O, Peygamber Efendimizin amcazâdesi, “Bu Kâbe’nin anahtarını taşıma vazifesini bana lütfetseniz, bende kalsa, ben muhafaza etsem” diye istedi. Peygamber Efendimizden bu görevin kendi ailesine intikalini istedi. Ama “Emanetleri ehillerine vermenizi ve hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi Allah emrediyor.” âyet-i kerîmesi indi. Onun üzerine Hz. Ali’ye Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Al bu anahtarı, o vermek istemeyen ve senin zorla elinden aldığın adama geri ver.” diye hükmetti. Adam anahtarı tekrar karşısında görünce şaşırdı. Bu, tam adaletli olan ve Allah ne emrederse onu yapma, icabında aleyhinde bile olsa, “pekâlâ” deyip de özür dileyip dönebilme, ahlâk seviyesini gösteren dinin hak din olduğunu anladı, Peygamber Efendimize inandı, müslüman oldu ve müslümanların safına girdi. Bunlar, âyet-i kerîmelerle, hadîs-i şerîflerle, İslâm tarihindeki örnekleriyle adaleti gösteren olaylar ve asırlar boyu bu böyle devam etmiştir. Ecdadımız da bu bakımdan çok şerefli insanlardır. İşte Hızır Çelebi’nin hayatı ve jesti onlardan sadece bir tanesi...

O bakımdan, sizlere hayatınız boyunca daima Allah’ın rızasını gözetmenizi, her hükmünüzde, “Allah razı olur mu?” diye düşünüp hükmünüzü ona göre vermenizi, sözünüzü öyle söylemenizi temennî ve tavsiye ederim. Çünkü maddî ve mânevî her türlü salah ve felahımız adalet ve doğruluktadır.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN

 

 

 alt 

 

alt

 

alt

 

alt 

 

 

Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır.   Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız