- Hata
-
- JUser::_load: Unable to load user with id: 63
Beslenme de mevsime göre değiştirilmeli
Beslenme de mevsime göre değiştirilmeli
Doç. Dr. Aliye Özenoğlu, mevsim değişimlerinin bağışıklık sistemini etkilediğini, özellikle çocuk, yaşlı ve kronik hastalığı bulunanların daha bilinçli beslenmesi gerektiğini söyledi.
Baharın gelişiyle yaşanan mevsim değişikliğinin, enfeksiyon hastalıklarına yakalanma riskini artırdığını, bu nedenle beslenmenin önem taşıdığını vurgulayan Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Özenoğlu, şöyle konuştu:
“Mevsim değişikliği nedeniyle çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlar daha fazla risk taşıyor. Hastalığa yakalanmamak için vitamin ve mineral yönünden zengin besinler tüketilmesi önem taşıyor. Mevsim değişikliklerinin sıkça yaşandığı dönemlerde A, C, E vitaminleri ile çinko gibi minerallerinden zengin sebzelerden brokoli, karnabahar, ıspanak, pazı, havuç, marul, maydanoz bolca tüketilmeli. Ayrıca meyve tüketimine de özen gösterilmeli.”
KUR'AN VE BİZ, 30 REBİÜLEVVEL 1435 (31 OCAK 2014)
EY İMAN EDENLER!
Allah’a saygı duyup emrine uygun yaşayın.
Ey iman edenler! Eğer Allah’a saygı duyup emrine uygun yaşarsanız, size, iyiyi kötüden ayırt eden bir anlayış/bir nur verir. Kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir. (Enfal Suresi 29)
KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ
KUR’AN HERKESİ UYARMAK İÇİN VAHYEDİLDİ
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
- De ki: “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” (cevap olarak) de ki: “(Benim hak peygamberliğime) benimle sizin aranızda, Allah şahittir. Bu Kur’an bana, gerek sizi, gerek ulaştığı herkesi uyarmam için vahyedildi. Siz, Allah ile beraber başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz?” (Cevaben) de ki: “Ben şahitlik etmiyorum.” “O, ancak bir tek ilahtır. Muhakkak ki ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden de uzağım.” de. (En’âm /19)
- Eğer Kur’an, (dedikleri gibi bir kitap) olsaydı da, (okuyunca) onunla dağlar yürütülse veya onunla yer yarılıp parçalansa ve onunla ölüler konuşturulsaydı (iman etmeyen yine iman etmezdi). Ama (Kur’an bunlar için inmemiştir), bütün işler Allah’a aittir. İman edenler (kafirler hakkında) daha bilmediler mi ki eğer Allah (kulları iradelerine bırakmayıp da) dileseydi, bütün insanları doğru yola iletirdi? (Allah’ın emirlerinden yüz çevirip) küfre sapanlara gelince, Allah’ın vaadi (kıyamet) gelinceye kadar; yaptıkları işler yüzünden ya kendilerine şiddetli bir felaket gelecek veya (o felaket) yurtlarının/evlerinin yakınına inip duracaktır. Şüphesiz ki Allah vaadinden dönmez. (Ra’d /31)
- (Ey Resûlüm!) Şüphesiz biz, bu Kitab’ı sana hak/gerçek olarak indirdik. O halde Allah’a, O’nun dinine ihlasl(a gönülden bağl)ı olarak kulluk et. (Zümer /2)
O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI
- Sehl bin Muâz el-Cühenî, babasından (r.a.) rivayete göre Allah Resulü (sav)şöyle buyurdu:
"Kim Kur'ân okuyup da onunla amel ederse, kıyamet gününde babasının başına ışığı dünya evlerindeki güneşin ziyasından daha parlak bir taç giydirilir. Varın, Kur'ân'la bizzat amel edenin ışığı nasıl olacak, bir düşünün?" (Ebû Dâvud)
- İbni Ömer (r.a.) den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav)şöyle buyurdu:
“Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allah’ın kendisine Kur’an verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.”(Buhârî, Müslim,Tirmizî,İbni Mâce)
- Nevvâs İbni Sem’ân radıyallahu anh şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i:
“Kıyamet gününde Kur’an ve dünyadaki hayatlarını ona göre tanzim eden Kur’an ehli kimseler mahşer yerine getirilirler. Bu sırada Kur’an’ın önünde Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri vardır. Her ikisi de kendilerini okuyanları müdafaa için birbiriyle yarışırlar”buyururken işittim. (Müslim, Tirmizî)
KUR’AN’IN KALBE İNİŞİ
Fahri Kainat’ın (sas) eşsiz güzellikteki hayatından okuyacağımız şu misaller, bu gerçeği ne güzel ifade eder! Aişe (ra) şöyle anlatır: “Bir gece Resulullah bana:
“–Ey Aişe! İzin verirsen, geceyi Rabbime ibadet ederek geçireyim” dedi. Ben de:
“–Vallahi seninle beraber olmayı çok severim, ancak seni sevindiren şeyi daha çok severim” dedim. Sonra kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu. Ağlıyordu… O kadar ağladı ki, elbisesi, mübarek sakalları, hatta secde ettiği yer sırılsıklam ıslandı. O, bu haldeyken Hz. Bilal namaza çağırmaya geldi. Ağladığını görünce:
“–Ya Rasulullah! Allah Teala sizin geçmiş ve gelecek günahlarınızı affettiği halde niçin ağlıyorsunuz?” dedi. Bunun üzerine Allah Resulü:
“–Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Vallahi bu gece bana öyle ayetler indirildi ki, onları okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!” karşılığını verdi ve:
Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ‘birbiri ardınca gelip gitmesinde’ (ve uzayıp kısalmasında) akl-ı selim sahipleri için (Allah’ın birliğine ve kudretine ait ibret verici) deliller vardır. (İşte) o (akl-ı selim sahibi) kimseler ayaktayken, otururken, yan taraflarına yaslanarak yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler (ve derler ki:) “Ey Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın. Seni tenzih ederiz, bizi ateş azabından koru.” (Al-i İmran Suresi,190-191) ayetlerini okudu (İbn-i Hibban, II, 386).
Allah Resulünün zeytin gibi simsiyah olan saçlarında artık ağarmalar başlamış, nurdan bir şuleyi andıran beyaz teller gözükür olmuştu. Sebebini soranlara: “Hud suresi ve kardeşleri (Vakıa, Hakka, Mürselat, Nebe’ ve Tekvir) beni ihtiyarlattı” (Tirmizi, Tefsir 57/3297) buyurmuştu. Çünkü Hud suresindeki:
O halde sen (Rasulüm!) Beraberindeki tevbe edenlerle birlikte, sana emredildiği gibi, istikamet üzere (dosdoğru) ol. Aşırı gitmeyin (asla ilahi hududun dışına çıkmayın). Çünkü O, yaptıklarınızı hakkıyla görendir. (Hud Suresi, 11/112) buyrukları Efendimiz’in kalbine inmiş, ondan hem kendisinin hem de beraberinde bulunan tüm mü’minlerin “istikamet üzere olmalarını” talep etmişti. İtikat, ibadet, muamelat, ahlak ve adapta farz-ı daim halinde istikamet üzere bulunmak gerçekten zordur. Buna bir de ümmetin istikamet üzere olması eklendiğinde işin ne kadar zorlaştığı daha iyi anlaşılır. İşte Efendimiz’in belini büken ve saçlarını ağartan bu zorluk olmuştur. Vakıa, Hakka, Mürselat, Nebe’ ve Tekvir sureleri ise dehşetli kıyamet ve mahşer sahnelerinin sergilendiği surelerdir. Sıradan bir müslümanın bile okuduğunda kendinden geçtiği, kalbi yerinden çıkacak gibi olduğu ateş parçası gibi bu surelerin Resulullah’ın o ince, rakik, hassas kalbinde nasıl yakıcı, kavurucu, derin tesirler bıraktığını hayal etmek bile imkansızdır.
Bir de Efendimiz’in kalbine inen Kur’an’ın sahabe-i kiramın kalbine nasıl yansıdığına bakalım. İşte Hz. Ebu Bekir’in hali… Kendisi şöyle anlatıyor:
“Bir gün Resulullah’ın yanında bulunurken “Kim bir kötülük yaparsa (tevbe edip bağışlanması hariç) onun (karşılığıy)la cezalanır da artık kendisine Allah’tan başka bir dost ve bir yardımcı bulamaz.” (Nisa Suresi, 123) ayeti nazil oldu. Efendimiz:
“-Ebu Bekir, bana indirilen bu ayeti sana okutayım mı?” buyurdu. Ben:
“-Tabii ki ya Rasulullah” dedim. Bana bu ayeti okuttu. Sanki belimin kırılıp ayrıldığını hissettim ve öylece kasılıp kaldım. Peygamberimiz:
“-Neyin var, ne oldu?” diye sordu. Ben:
“-Anam babam sana feda olsun ya Rasulullah, hangimiz günah işlemez ki! Şimdi biz işlediklerimiz yüzünden mutlaka cezalandırılacak mıyız?” diye üzüntümü ifade ettim. Bunun üzerine Allah Resulü şu açıklamayı yaptı:
“-Ey Ebu Bekir! Sen ve diğer mü’minler hatalarınız sebebiyle dünyada (bazı sıkıntı ve meşakkatlere uğratılarak) cezalandırılırsınız. Öyle ki Allah’a günahsız olarak kavuşursunuz. Diğerlerine gelince onların yaptıkları biriktirilir ve cezaları kıyamet gününe bırakılır.” (Tirmizi, Tefsir 4/3039).
Kur’an’ın kalbe inişine bir misal de Hz. Ömer’den verelim. Bir gün Hz. Ömer, bir evin önünden geçerken, hane sahibinin, evin dışına taşacak kadar yüksek bir sesle Tur suresini okuduğunu işitti. Adam:
“Rabbinin azabı elbette vuku bulacaktır, onu önleyecek hiçbir şey yoktur” (Tur Suresi, 7-8) ayet-i kerimesine gelince, Hz. Ömer bineğinden indi, bir müddet duvara yaslanarak dinledi. Sonra bu ayetin ikazındaki şiddetin tesiriyle evinde bir müddet hasta yattı. (İbn Recep el-Hanbeli, et-Tahvif mine’n-nar, Dımaşk, 1979, s. 30)
Kur’an-ı Kerim Rasulullah’ın kalbine indi. Oradan sahabenin kalbine, onlardan da nesiller boyu diğer mü’minlerin kalplerine intikal etti. Şimdi nöbet sırası bizdedir. Kur’an-ı Kerim ilk nazil olduğu şekilde, doğruluk, safiyet ve temizliği ile elimizdedir. Bizim onu okuma, anlama ve kalbimize indirme vazifemiz vardır. Çünkü ancak onun manaları kalbimize indiği zaman o bizi kötülükleri terk etmeye, iyilikleri yapmaya ve Kur’an ahlakıyla ahlaklanmaya sevk edecektir. Bu açıdan boğazdan aşağı geçmeyen okuyuşlarda bir hayır yoktur.
Prof. Dr. Ömer Çelik
Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır. Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız
KUR'AN NİÇİN İNDİRİLDİ? 23 REBİÜLEVVEL 1435 (24 OCAK 2014)
EY İMAN EDENLER!
Allah’a ve Peygamber’e hainlik etmeyin.
Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hainlik etmeyin, (emirlerinin aksini yapmayın; yoksa) siz, bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz. (Enfal Suresi:27)
KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ
KUR’AN MÜSLÜMANLARA BİR MÜJDEDİR
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
Elif, Lâm, Râ. Bu (Kur’an, öyle) bir Kitab’dır ki onu sana; insanları Rablerinin izniyle (her türlü kişisel ve toplumsal) karanlıklardan aydınlığa; eşsiz galip ve övgüye layık olan (Allah’)ın yoluna çıkarman için indirdik. (İbrahim:1)
(Resûlüm!) Biz Kur’an’ı sana zahmet çekmen için değil, ancak (Allah’tan) korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik. (dâvetinden) yüz çevirirlerse de ki: “(Bana emrolunanları) sizin hepinize ‘aynen/eşit’ bir şekilde bildirdim. Artık tehdit edildiğiniz şey yakın mı, yoksa uzak mı bilmem.” ( Ta Ha :2)
O gün (kıyamette) her ümmet içinden kendilerine bir (peygamberi) şâhit göndereceğiz. (Resûlüm!) Seni de onların (hepsinin) üzerine şâhit getireceğiz. Biz sana (bu) Kitab’ı, her şey için bir açıklama, bir doğru yol rehberi, bir rahmet ve müslümanlara bir müjde olarak indirdik. ( Nahl :89)
O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI
- El-Hâris el-A'ver radiyallahu anh'dan:
"Mescide uğradım, insanların boş konuşmalara daldıklarını gördüm. Hz. Ali'ye gelip haber verdim. Şöyle dedi: “Hakikaten bunu yaptılar mı?”
“Evet” dedim.Şöyle dedi:
“ Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu duydum.”
“İlerde fitne olacaktır” “Peki ondan kurtuluş nasıl olur, ey Allah'm Resulü?” diye sordum. Şöyle buyurdu:
“Allah'ın Kitâb'ına sarılmakla. Çünkü sizden öncekilerin haber(ler)i ile sizden sonrakilerin haber(ler)i onun içindedir. Aranızda vereceğiniz hükümler de onun içindedir. O (Kur'ân) önemli bilgileri ihtiva eder, içinde lüzumsuz ve maksatsız hiç bir söz yoktur. Kim onu akılsızlığından dolayı terk ederse Allah onun belini kırar. Kim hidayeti ondan başkasında ararsa Allah onu saptırır. O, Allah'ın sapasağlam bir ipidir. O, hikmetli olan zikirdir. O, dosdoğru yoldur. O kendisiyle arzuların sapmadığı, dillerin yalan şeyler söylemediği, alimlerin doymadığı, çok okumakla eskimeyen, harikuladeliği tükenmeyen bir kitaptır. O cinlerin işitip de şöyle dedikleri bir kitaptır: 'Gerçekten biz, doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur'ân dinledik de ona imân ettik.' (Cin, 1) Kim ondan bir haber getirirse, doğru söylemiş olur. Kim onunla amel ederse ecir alır. Kim onunla hükmederse adil olur. Kim insanları ona davet ederse, doğru yola iletmiş olur. Ey (Haris el-) A'ver (bu öğütleri) dinle, kulağına küpe olsun!" (Tirmizî)
- Ali radiyallahu anh'dan: Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kim Kur'ân okuyup ezberler, helâlini helâl; haramını da haram sayarsa, Allah bu sebeple onu cennete koyar. Ayrıca haklarında cehennemlik hükmü sabit olan ev halkından tam on kişiye de onu şefaatçi kılar." (Tirmizî)
- Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre,
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Allah şu Kur’an’la bazı kavimleri yükseltir; bazılarını da alçaltır.” (Müslim, İbn-i Mâce)
EN ETKİLİ REÇETE KUR’AN’DIR
Kur’ân-ı Kerîm, hiç şüphesiz, hepimizin baş tacıdır; çünkü yüce Rabbimizin bize gönderdiği kitabıdır. Ne büyük şeref, ne tatlı bir iltifat ve mazhariyet! Bizim o padişahlar padişahının bu şahâne fermanını, defalarca öpüp başımıza koymamız, yüzümüze, gözümüze sürmemiz, ona en büyük saygıyı göstermemiz icap eder.
Onda eski ümmetlerin ibretleri, geleceklerin haberi vardır. Onun içinde bize yöneltilmiş emirler, yasaklar bulunuyor. Biz ancak onları en iyi tarzda öğrenip tamı tamına uyguladığımız zaman Hakk’ın rızasına erişebiliriz. Hiçbir kaçamak imkânı yoktur, tembelliğin hiçbir mazereti olamaz. Ruhumuzun, bedenimizin, maddî ve mânevî rahatsızlıklarımızın devası, çaresi Kur’an’dır. Fert, aile, cemiyet, ümmet ve nihayet bütün insanlık ona uyulduğu zaman huzura ve mutluluğa kavuşabilecektir; çağımızın buhranlarına reçete Kur’an’dır.
Bu kadar kıymetli, dünya ve âhiretimiz bakımından bu derece ehemmiyetli bir kitabı acaba bu mevki ile mütenasip öğretip öğreniyor muyuz? Maalesef hayır. Kur’an evlerimizde garip garip, boynu bükük durur; yeni nesillerin anlayacağı doyurucu tefsirler yoktur, kütüphanemizin raflarında tefsir kitapları toz tutmuştur. Birçok müslüman onu yüzünden bile okumasını beceremez; okuyanların çoğu tertil ve tecvide, tâzim ve tebcile riayet etmez veya iyi okursa da içindeki ahkâmı bilmez, çoğumuz ise İslâmî emirlere uymaz, Kur’ân-ı Kerîm’e zıt bir hayat tarzı sürdürürüz. Büyük alim Hasan-ı Basrî (rha.) diyor ki:
“Kur’ân-ı Kerîm, ahkâmına uyulsun, kendisiyle amel olunsun diye indirilmiştir. Halbuki şimdi halk onun sırf kıraat ve tilavetini amel edinmiş.”
Meşhur sahabî Abdullah b. Mes’ûd’dan da böyle bir ifade rivayet edilir. Demek ki söze takılıp kalmak, öze inmemek, ana gayeyi unutup detayla oyalanmak, lafa dalıp icraata, çalışmaya, emrin gereğini îfâya, eyleme geçmemek eski, yaygın, çirkin ve çok tehlikeli bir hastalık. Bu hastalıktan kendimizi kurtarmak zorundayız sevgili okuyucular! Meşhur mutasavvıf alim Ebû Abdurrahmân Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî (v. 412/1021) bu mevzuda çok dinamik, çok değerli bir metot zikrediyor ve diyor ki:
“Bize ilim öğreten üstatlarımız rivayet ettiler ki onlar, on âyet-i kerîme (veya bir aşr-ı şerîf) öğrendiler mi, asla daha öteye geçmez, önce o on âyet ile amel ederler, sonra öğrenmeye devam ederlermiş. Biz de o usulü takip ettik. Bu yolla Kur’ân-ı Kerîm’i ve onunla ameli (ahkâmına ittibayı) birlikte yan yana öğrendik.”
Cehalet felakettir, amelsiz ilim ise vebal sayın okuyucular! Silkinelim, atâlet ve cehaleti yenelim; Allahu Teâlâ’nın aziz kitabını yeni bir şevkle, aşır aşır, deste deste, sözünü belleyip, ahkâmını tatbik ede ede bağrımıza basalım, başımıza taç, hayatımıza rehber eyleyelim. Salahımız, felahımız, nusretimiz, izzetimiz, saadetimiz Kur’an’ı iyi anlayıp iyi uygulamaktadır.
Bütün dertler, musibetler, belalar, zararlar, ziyanlar, fitne ve fesatlar, isyanlar, anarşiler, dinden uzaklaşmaktan doğuyor; adeta ilahi ve amansız bir ceza olarak başımıza yağıyor. Çare tevbe etmekte, İslam’a dönmekte! Başka yollar çıkmaz, başka nizamlar faydasız...
En güzel, en mükemmel, en tesirli, en şifalı ilaç İslam! Ne mutlu Müslüman olanlara!..
Kur’an’ın Anlamıyla Buluşmak Platformu
Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır. Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız
KUR'AN'A ÇEKEN YOLLAR
Andolsun Biz Kur’ân’ı düşünüp öğüt alınması için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan yok mudur? (Kamer 17,22,32,40)
Bakış açısını netleştirmek: Kur’ân’a, diğer kitaplardan farkını, üzerimizde Allah’ın ne büyük bir lûtfu olduğunu ve O’na olan ihtiyacımızın şiddetini anlayıp hissettiğimiz ölçüde yöneliriz.
Öyleyse, Kur’ân’a olan ihtiyacımızın şiddetini ortaya koyan, bizi sarsan, O’nu okumak için harekete geçiren şeyleri gayet dikkatli bir şekilde düşünelim ve alt alta yazalım.
Allah’ın Kur’ân’daki ilk emri “Oku!” iken, genel anlamda “okumak” ve özel anlamda “Kur’ân’ı okumak” ve anlamaya çalışmak, hayatımızda kaçıncı sırada yer alıyor? Nelerin altında? Niçin? Bu soruların cevabından kaçmayalım ve harekete geçmek için kendimizi sorgulayalım.
Hareket noktanız: Sizi Kur’ân’a en çok çeken bir âyeti, bir olayı veya başka herhangi bir şeyi düşünün ve hemen yakınınızdaki Kur’ân’a uzanın.
İlginizi en çok çeken konular: Okumak için önce ilginizi en çok çeken, ihtiyaç hissettiğiniz âyetlerden veya konulardan başlayın. Bu konuda meâlde bulunan “İçindekiler” bölümünden faydalanabilirsiniz. Detay isterseniz, özel olarak bu konuda hazırlanmış kitaplardan faydalanın. Konulu okuma, size değişik bakış açıları kazandırır ve yepyeni ufuklara doğru götürür.
Kur’ân’ı her gün en az bir defa açıp bakın: Eğer Kur’ân’ı her gün açıp okuma gücünü kendinizde bulamıyorsanız, en az günde bir defa açıp bakın ve kapatın. Okumak için açmasanız bile, gözünüze bir âyet meâli ilişebilir. İçinizden bir ses, “Bir âyet olsun oku!” diyebilir.
Alışkanlık haline getirmek için: Allah’ın bize neler söylediğini okumaya ve anlamaya yeterli vakit ayırıp ayırmadığımızı sorgulayarak, çok az bir süre de olsa kendimizi okumaya ikna edebilir, süreci böylece başlatabiliriz. Süre az olduğu için kendimizi ikna daha kolay olur. Öyleyse, başlangıç olarak, kendimize, belirli zamanlarda, çok az bir süre de olsa okuma mecburiyeti getirelim. Sonra bu süreyi azar azar artırabilir ve şekillendirebiliriz.Bu kolay uygulamanın kısa zamanda meyvelerini toplayacak ve hararetle başkalarına da tavsiye etmeye başlayacaksınız.
Bir dakikacık zaman: Okumak için illâ geniş zaman arayıp da sürekli tehir etmeyin. Bir dakikada bir âyet okusanız ve üzerinde azıcık düşünseniz, bu şekilde her gün sadece bir dakika ayırsanız bir senede 365 âyet eder. Peygamberimiz (s.a.v.), “Yapılan amellerin en hayırlısı, az da olsa devamlı olandır.” buyuruyor.
Her fırsatta ve mekanda: Otobüste, tramvayda, vapurda, trende, iş yerinde, bekleme sırasında, piknikte vs cebinizde taşıyacağınız küçük bir mealden bir dakikada âb-ı hayat fışkırabilir. Ve okuyabilecek herkese ne kadar da güzel örnek olur. Toplayın şimdiye kadar geçen yolculuk sürelerinizi ve az da olsa ne kadar okuyabileceğinizi; okumamış olmanın hüznünü yaşayacaksınız.
Hastalık ve sıkıntı dönemlerinde: İnsanın bir teselli ve çıkış yolu aradığı hastalık, sıkıntı ve bunalım dönemleri, yani o şiddetli ihtiyaç dönemleri, Kur’ân’ın yol göstericiliği ve ferahlatıcılığının câzip gelmesi açısından kolaylaştırıcı bir vesiledir. O İlâhî kapıdan girerseniz, dertlerinizi bitiren veya en azından hafifleten yepyeni dünyalara açılırsınız.
Sakıp Sabancı, bir Avrupa ülkesinde bir süre hastanede yatar. Bakar ki başucunda bir İncil… Hastanın okuması için bırakılmış. Türkiye’ye döndüğünde bunu anlatırken, ülkemizdeki hastanelerde de hastanın başucunda, onu hem ruhen güçlendirmek, hem de hastalığa karşı direncini artırmak üzere meâlli bir Kur’ân bulunması gerektiğini söyler.
Ailece: Aile fertleri her gün bir araya gelir, herkes bir âyet, iki âyet, üç âyet, yarım sayfa veya bir sayfa okur, diğerleri dinler. Üzerinde çok kısa konuşulur. Ama bu güzel uygulama mümkünse her gün yapılır.
Bir sayfa – on sayfa: Günde bir sayfa okusanız meâli bitirmeniz 2 sene sürmez. İki sayfa okusanız, 1 sene sürmez. Üç sayfa okusanız 6 ay kadar sürer. 10 sayfa okusanız 2 ay. Okuyabileceğiniz asgarî sayfa ile başlayabilirsiniz. Gazeteye, televizyona veya internete ayırdığınız kadar zaman ayırsanız; eğer öğrenciyseniz, tek bir ders kitabına ayırdığınız kadar zaman ayırsanız; neler olur, neler…
Hedef, plan ve değerlendirme: Kısa süreli hedefler tespit eder, basit bir plan yapar ve sık sık kendimizi değerlendirirsek uygulama kolaylaşır. Mesela, “Her gün şu kadar dakika ya da saat; veya şu kadar âyet veya sayfa okuyacağım. Üç gün sonra uygulama ve verim noktasından kendimi değerlendireceğim.” diyebilir ve her üç gün sonunda değerlendirme yapabiliriz. Bu değerlendirme sonuçlarına göre yeni hedefler tespit edebiliriz. Sonuçları küçük bir cep defterine not edersek, neler yaptığımızı ve neler yapabileceğimizi daha iyi görürüz.
Bilgisayarınızın ekranına ilk açılışı için şunu yazın ve çocuklarınıza da yazmalarını tavsiye edin: “Bugün ne okudun?” Benzer sözleri evde veya işyerinde en çok göreceğiniz yerlere koyabilir, hatta cep telefonunuza da yazabilir veya söyletebilirsiniz.
Okumalarınızı takip edip, okuduklarınızı ve kendinizi değerlendireceğiniz basit bir çizelge hazırlayabilir, hedeflerinizi gerçekleştirdikçe çizelgeyi de geliştirirsiniz.
Genel okuma yanında bazı konularda yoğunlaşma: Özel ilgi ve ihtiyaç duyduğunuz bazı konularda çeşitli tefsirlerden ve başka kitaplardan okumalar yapın, kendinizi o konuda geliştirin.
Birliktelik: Kur’ân’ın mânâsından sürekli istifade etme zevk ve alışkanlığını kazanan insanlarla sık sık görüşün. Onların başarılı oldukları uygulamaları kendi şartlarınıza uyarlayarak daha da geliştirmeye çalışın.
Aynı alışkanlığı kazanmak isteyen insanlarla görüş alışverişi yapın, birlikte kararlar alın, birbirinizi teşvik ve kontrol edin; “Hayırda yarışma” anlayışı içinde, hedefiniz aynı olduğu için hepinizi memnun edecek bir yarışma havasına girin. Bunu yapabildiğiniz kadar devam ettirin.
Hediye: Arkadaşlarınıza, dostlarınıza ve yeni evlenecek olanlara Meâlli Kur’ân hediye edin. Bu konuda size verilen hediyelerden sonra ilk fırsatta hediye eden kişiye geri bildirimde bulunun. Nasıl istifade ettiğinizi söyleyin. Bu hem sizi daha çok teşvik eder, hem de o kişiyi.
Kurulacak yuvanın kötülüklerden uzak, mutlu ve sürekli olması isteniyorsa, her insanın Allah’ın rehberliğine ihtiyacı olduğunu belirterek okumaya teşvik edin. Bunun olmazsa olmaz yaygın bir alışkanlık hâline gelmesine çalışın.
Ortam oluşturmak: Okuduklarınızdan uygun gördüğünüz yerleri başkalarına da okuyun. Onlardan da ihtiyaca en çok hitap ettiğini düşündükleri veya başka uygun buldukları âyet meâllerini size söylemelerini veya okumalarını isteyin.
Uygun yerlere koymak: Bulunduğumuz mekânlarda, bizim ve çevremizdeki diğer insanların elini uzatabileceği yakınlıktaki uygun yerlere meâl veya Kur’ân’dan âyetler içeren kitapçıklar koyabiliriz.
Sakin vakit – En verimli zaman dilimi: Gün içinde insanın veriminin en yüksek olduğu bir zaman dilimi vardır. “Sakin vakit” adı verilen bu zaman dilimi herkese göre değişir. Kimisi için gece yarısında, kimisi için sabahın erken saatlerindedir. O altın saatte Allah’ın Kitabı’nı düşünerek okumak, herhalde çok isabetli olur ve “en değerliye, en değerliyi vermek” Allah’ın da çok hoşuna gider.
Kur’ân insanlara nasıl gösterilmeli? Kur’ân insanlara, hiç bıktırmadan her zaman daha büyük bir zevk ve hevesle en çok okunan kitap; Allah’tan gelen en güzel ve en önemli bilgilerin en doğru kaynağı; her zaman en iyi yol gösterici; kitapların kitabı olan en güzel kitap; insanlığı mutluluğa götüren, insanı insan yapan değerlerin İlâhi menbaı; Allah’ın sözü olduğu için çözülenler yanında içinde kıyamete kadar çözülmeyi bekleyen daha nice güzellikler olan en büyük hazine olarak sunulmalıdır. O güzelliklerden örnekler sunulmalı, böylece O’ndaki Allah bilgisinin sonsuzluğu kanaati oluşturulmalıdır.
Büyükler, “Yârân istersen Kur’ân yeter!” demişler. Kur’ân’a, gerçekte olduğu gibi yârân olduğu, dost oladuğu idrâkiyle yaklaşmak ve başkalarını, özellikle çocuklarımızı o bakış açısıyla yaklaştırmaya çalışmak gerek.
Ah güzel örnek! En güzel yaklaşım ve etkileme tarzı, güzel örnek olmaktır. Güzel örnek olmanın özü, söylenenlerle yapılanların uyum içinde olmasıdır. Fakat bu, sevdirmek için yeterli olur mu? “Güzel örnek” meselesi genellikle yanlış anlaşılıyor. İyiyi, doğruyu, güzeli yapmak, “güzel örnek” olabilmek için tek başına yeterli olamıyor. Ya? Sevdirici, cezbedici, yapmaya teşvik edici olmayan hiçbir örnek, güzel örnek değildir.
Yunus ne diyor:
Bilmek olmak değildir,
Olmaya bak, olmaya.
Tavsiyede bulunurken: İnsanlara tavsiyede bulunurken dikkat etmemiz gereken üç basamak:
1. Sıcak bir yaklaşım, yani duygulara hitap,
2. Tavsiye,
3. Sebep veya sonucuna kısaca işaret etmek.
Mukayese ile farkın vurgulanması: Allah’ın sözünü okuyanla okumayan bir olmaz. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” İnsanların ne dediğini öğrenmek için ne kadar gayret sarf ediyoruz; acaba bizi ve tarihler boyunca her şeyi yaratan Allah bize neler söylüyor, merak etmemek mümkün mü?
“Allah kelâmının insanların kelâmına üstünlüğü, Allah’ın kullarına üstünlüğü gibidir.” Hadîs-i kudsîsinin penceresinden bakarak ve baktırarak Kur’ân’a dikkatleri daha kolay çevirmek mümkün.
Mukayese ile farkın vurgulanması, hedefe kestirmeden götüren, kısa ve keskin bir çözümdür. Çünkü, Hz. Ali (k.v.) Efendimizin ifadesiyle, “Nimetlerin kıymeti, ancak zıtların mukayesesi ile takdir edilir.”
Ailece bir arada, “her gün bir âyet”: Çocuklardan ve ailemizin her ferdinden, biz de dâhil, her gün akşam sofrasında veya sofradan sonra bir araya geldiğimizde, hangi ihtiyaca hitap ettiğini de söyleyeceği bir âyet meâlini okumasını isteyebiliriz. Âyet metnini de okursa daha güzel olacağını hatırlatır, fakat zorlamayız.
Bu, yapabilecekler için, “her sofrada bir âyet” şeklinde de uygulanabilir.
Hanımlar arası günlerde: Kur’ân sevdalısı hanımların, hanımlar arasındaki günlere katılarak, genel ihtiyaca hitap eden bir iki âyet meâli söyleyip üzerinde birkaç cümlecik konuşması. Başkalarını da her gelişlerinde bir tek âyet meâliyle gelmeleri için teşvik etmesi. Elbette âyet metni de okunursa daha güzel olur.
Herkes faal: Düzenlenen sohbete katılacak herkes önceden, istediği bazı âyetleri okur ve tefsirlerden açıklamalarına bakar. Sohbette okur ve anlatır. İnisiyatif alır. Herkes harekete geçer. Kendisini çok iyi yetiştirmiş olanlar ayrıca yine derslerini yapar.
Okutup ciddiyetle dinlemek: Bu metodu ilk defa İbni Kesîr’in “Hadîslerle Kur’ân-ı Kerîm Tefsiri” kitabının “İthaf”ında gördüm. Prof. Dr. Bekir Karlığa şunları söylüyordu: “Bu çalışmayı, çocuk yaşlarda bana, çok sevdiği İsmail Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-Beyan’ını okutarak, tefsir zevkini tattırmaya çalışan rahmetli babam Besnili İbrahim Hoca’nın ruhuna minnet ve hürmetle ithaf ediyorum.”
Allah Kelâmı’nı bu şekilde okutup dinleyerek sevdirmek ve anlaşılmasını sağlamak mümkün.
İşaretler koymak, cebimizde küçük bir defter veya cep bilgisayarı: Okuma sırasında işaretler koyabilir, sayfanın kenarına notlar alabilirsiniz. Hele küçük bir defteriniz ya da cep bilgisayarınız olur da oraya notlar alırsanız daha bir güzel olur. Hatırda da kalsın, satırda da…
Meâlini öğrendiğiniz veya orijinalini ezberlediğiniz âyetin sûre ismini ve âyet numarasını bilirseniz, bunun çok faydasını görürsünüz.
Bilgisayar, CD, MP3 çalar, radyo ve kaset çalardan dinleyerek: Bu imkanların biri olmazsa diğeri bugünün dünyasında artık hemen hemen herkeste var. Evde, yolda, işyerinde, bunu alışkanlık hâline getirebilirsiniz. Ayrıca ailece belli zamanlarda dinleyebilirsiniz. Sadece Kur’ân meâli okuyan radyo bile var.
Ne zaman başlamayı düşünüyorsunuz? Peki, sizi Allah’a daha çok yaklaştıracak ve bütün sıkıntıların çözüm kaynağına giden yol olan gayretlenmelere, Allah’ın dediklerini daha çok okumaya, dinlemeye, anlamaya ve yaşamaya götürecek bu adımları, mevcut hâlinizi aşacak şekilde uygulamaya ne zaman başlamayı düşünüyorsunuz?
Peygamberimiz (s.a.v.)’in “İki günü eşit olan kimse zarardadır.” Hadîs-i şerifini bu konuda uygulayalım. Başlangıçta ne kadar süre uygulayalım? Bir ay, on beş gün, on gün desek zor. Bir hafta desek o da biraz zor gözüküyor. Fakat üç gün uygulamayı az bir gayretle herhalde herkes yapabilir. Peki ne zaman uygulamaya başlayalım? Bugün mü, yarın mı? Bu soruya vereceğimiz cevabın arkasından şu Hadîs-i Şerif’i hatırlayalım ki, Peygamberimiz (s.a.v.), “Yarın yaparım, diyen helâk oldu.” buyuruyor.
Öyleyse, bugünden başlayalım ve kendimizi test edelim. Bakalım hayatımızda neler değişecek? Sonra da yapabildiğimiz kadar, zamanını artırarak, keyfiyetini güçlendirerek devam ettirelim.
Pano veya levha: Panoya büyük yazılarla her gün bir âyet veya duvara her gün yeni bir âyet, levha olarak asılabilir. Belli zamanlarda veya uygun zamanlarda anlamı hakkında konuşulur.
Merakı tahrik: Çeşitli âyetlerin konularına, anlamlarına veya başka özelliklerine dikkat çekilerek öğrenmek için meraklar tahrik edilir.
Her gün kaç kişiye kaç âyet: “Her gün en az on (beş, üç ya da bir) kişiye, ihtiyacına uygun bir âyet söyleyeceğim” diyerek kendimize söz verebilir ve çocuklarımız dahil -sıkmadan, zorlamadan- başkalarını da buna teşvik edebiliriz.
Sohbete başlamadan: Bir sohbet topluluğu oluştuğunda asıl sohbet konularına geçmeden önce herkesin bir âyet meâli -biliyorsa aynı zamanda metni- söylemesini, konu hakkında birkaç cümle söylemesini isteyebiliriz. Daha baştan topluluğun atmosferi değişir. Buna devam edildiğinde neler olur düşünün.
Her karşılaşmada: Arkadaşlar kendi aralarında anlaşarak, her karşılaştıklarında selâm kelâmdan sonra birbirlerine birer âyet meâli söyleyebilirler. Söyleyecekleri âyeti ihtiyaca göre seçmeye çalışırlar.
Mail ve/ya mesaj: Dostlarınıza, içinde âyet meâli olan bir mail ve/ya mesaj gönderin. Cuma’yı unutmamak üzere özellikle mübarek gün ve gecelerde.
Mübarek gün, gece ve aylar: Mübarek gün, gece ve aylarda, o gün ve gecelerle ilgili âyetlerin meâl ve tefsirine bakın, aranızda okuyun ve konuşun. En kıymetli zamanları en kıymetliye ayırın.
Namazda okumak, duâda söylemek: Mânâsı çok dikkatimizi çeken âyetlerin meâlini öğrendikten sonra metnini de ezberleyip namazlarda o tefekkür içinde okuyabiliriz. Veya o sözlerle Rabbimize duâ edebiliriz. Meselâ, Kur’ân’daki peygamber (a.s.) duâları, Ashâb-ı Kehf’in duâsı gibi.
Özellikle dikkat çekilen âyetler: Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in özellikle dikkat çektiği âyetlerin meâllerini, büyük zâtların bilhassa etkilendikleri ve vird edindikleri âyet-i kerime meâllerini öğrenebilir ve üzerinde mütâlaada bulunabiliriz.
İhtiyaç penceresinden bakarak: Hayatta ihtiyacımız olan her konuda bize yol gösterecek en az bir âyet öğrenmeyi ve yeri geldiğinde istifade etmeyi ve ettirmeyi kendimize amaç edinebiliriz. Bu çok dinamik bir süreç olur.
Günümüz dünyasında insanlığın en fazla ihtiyacı olan âyetleri öğrenebilir, insanlara, özelliklerine göre, çeşitli şekillerde sunabilir, Kur’ân’la o âyetlerin açtığı kapıdan muhatap olmalarını sağlayabiliriz.
Kur’ân! Acaip kitap!
Her şahsa tek tek hitap.. İstanbul, 1996
Özel problem veya ilgilerini bildiğiniz insana, ihtiyaçlarına hitap eden âyetleri okuduğunuzda, onu bam telinden yakalarsınız. İnsanların özellikle şiddetli ihtiyaç vakitlerine –üzüntü, sevinç ve kararsızlık halleri gibi– dikkat edin. Kime, hangi zamanda ne vereceğini çok iyi bilen mütehassıs bir doktor gibi olun.
İşte âyet: “İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle davet et ve onlarla olan mücadeleni en güzel şekilde yap…” (Nahl: 125)
Yalnız, söylediğini yapanın tesiri başka olur değil mi? Allah-ü Teâlâ, Fussilet Sûresi 33. âyette şöyle buyuruyor: “Allah’a çağıran, salih ameller (iyi işler) yapan ve ‘Şüphesiz ki ben Müslümanlardanım!’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir!”
Bir tek âyet bile: Allah’ın gönderdiği bu Kitab-ı Azîm’e öyle bakın ki; bir insanın O’ndan okuyacağı tek âyet bile dünyasını değiştirebilir, karanlıklarını aydınlatabilir. Kur’ân hediye ederken içinizde o ümitle ve kalbinizden gelen o tebessümle hediye edin. Siz size düşeni, yani elinizden geleni en güzel şekilde yapmaya gayret edin. Sözü tesir ettirecek olan O. Her şeyi bilen O. Neyin, nerede, ne yapacağını siz bilemezsiniz.
Teşvik: Arkadaşlarınızı, çevrenizdeki herkesi, uygun olan her fırsatta, sıkmadan, zorlamadan, Kur’ân’da Allah’ın insanlara nasıl yol gösterdiğini, problemlere nasıl çözümler sunduğunu öğrenmeye teşvik edersiniz. Kamer Sûresi’nde Allah-ü Teâlâ, “Andolsun Biz Kur’ân’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan yok mudur?” âyetini dört defa tekrar buyurup öylesine dikkat çekiyor. Allah Resûlü (s.a.v.), “Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” buyuruyor. Teşvikte bu anlayış ihmal edilmemeli.
Uygun gördüğünüz insanları Kur’ân meâli dağıtmaya teşvik etmek de, -hatta kendinize vazife edinerek, her gün en az bir kişiyi teşvik- bu konuda yapılabilecek büyük hizmetlerden biridir. Kim bilir, öyle birine vesile olursunuz ki, sizden daha büyük ve güzel hizmetler yapar, sizi öylesine sevindirir.
Ezberlediğini yaz: Ezberlediğiniz meâli cebinizdeki küçük bir deftere yazabilirsiniz. Arada bir yazdıklarınıza göz atıp hatırlama ve pekiştirme imkânı da olur. Allah’ın kitabını mânâsıyla birlikte her zaman kafanızda taşıyamıyor olabilirsiniz ama o küçük gözüken adımlarla başlayan ezberler ihtiyaç vaktinde sizin ve başkalarının o kadar çok işine yarar ki, şaşırırsınız. Çorak toprağa âb-ı hayat gibi!
Her şeyimizle O’na yönelmek: Kur’ân okur ve dinlerken, yalnız aklımızla değil, kalbimiz, vicdanımız ve diğer lâtifelerimizle de O’na yönelmeliyiz. O’nun başka bir söz, Allah’ın sözü olduğunun idrâk ve heyecanı içinde.
Yeni yollar: Siz de yeni yollar bulabilirsiniz. “Bütün yolların sahibi”nden istersiniz, samimi olarak ararsınız, yeni ve belki de burada yazılanlardan çok daha güzel yollar lûtfeder.
Uygulamada ısrar: Uygulamada ısrar ve inat edin. İnat damarını olumsuz yönlerde çok kullanıyoruz, artık asıl kullanılması gereken yerlerde kullanalım.
Kısa sûreler, çok okunan sûre ve âyetler ve meâlleri: Çocuklar kısa sûreleri ezberlerken, Rabbimizin o sûrelerde bizlere neler anlattığını önce meâlden birlikte okuyabilir, üzerinde konuşabilir ve onların düşüncelerini dinleyebiliriz.
Çok okunan sûre ve âyetlerin meâllerini okumak veya okutup dinlemek de çok cazip ve sürekli etkileyici olur.
Yalnız, o âyetlerin mânâsının sadece o kısa meâllerden ibâret olmadığını, Allah sözü olduğu için mânâsının da sonsuz olduğunu anlatarak ve onların anlayacağı bazı bilgiler, örnekler sunarak. Bu konuda onların söyleyecekleri varsa onları da dinleyerek. Kur’ân’ın engin deryasını aksettirme noktasında, meâlin bire bir tercüme bile olamayacağını, bunun için “tercüme” değil “meâl” dendiğini de seviyelerine uygun bir dille anlatarak.
Bu yapılanlar, çocuğu Kur’ân’ın içine daha bilinçli olarak ve severek çekecek, Allah ile irtibatını artıracak ve güçlendirecektir.
Haddini bilmek: “Meâlcilik yapmak”tan özenle kaçınılmalı, haddi aşma ihtimalinin olduğu yorumlardan hemen uzaklaşılmalıdır. “Her âyetten bir şey çıkaracağım” mantığı doğru değildir. İlim, tecrübe vs. isteyen hususlarda susmamız icab edebilir.
Meâl okuyarak âdeta içtihat yapmaya, Kur’ân’ı çok iyi bilen ve yaşayan bir âlim gibi hüküm çıkarmaya kalkışan ve çıkmaz yollara sapanlar için ve bu tehlikeye düşme ihtimali ile karşı karşıya olan herkes için, Hz. Ali (k.v.) Efendimizin şu sözü sanırım yeterince koruyucu bir güce sahiptir: “Bilmedikleri yerde dursalardı sapıtmazlardı.” İnsanın her şeyi bilmesi mümkün değildir, şart da değildir. Haddini bilmeyen, kendini bilmez, Hâlık’ını bilmez.
Hürmet: Nerede okursak okuyalım, O’na bakışımızda, okuyuşumuzda ve o sıradaki her türlü tavrımızda Kur’ân’a hürmet kendisini göstermeli. O’nun başka kitaplardan farkına uygun bir hâl içine girmeli ve O’na yakışır bir titizlik içinde düşünmeye gayret etmeliyiz.
Ümit ve dua: Tevessül ve tevekkül. Hayat bu iki kelimenin içinde. Bu güzel yolda elimizden geleni yaparken ve yaptıktan sonra tesirini halk etmesi için Kalpleri Çeviren’e, emrettiği gibi ısrarla dua ederiz. İnsanın başkaları için ısrar ile dua etmesi ne kadar güzel! Kur’ân’ın insana kazandırdığı yüce hasletlerden sadece biri. Allah o “Şifa Kaynağı”ndan her yönüyle en güzel şekilde istifadeyi nasip eylesin bize ve bütün insanlığa…
İnsanları Kur’ân’a davet eden bu ve benzeri gayretler, inşaallah, kalplerin O’na çevrilmesine ve Kur’ân’ın yetiştirmek istediği, insanlığın gönlünü ve yüzünü güldürecek, o hasret kalınan, “insan” kelimesinin içini hakkıyla dolduran insan tipinin yetişmesine ve dünyayı hayal bile edilemeyecek kadar güzel bir bahçeye çevirmesine bir vesile olur.
İNSANIN HAYAT SERÜVENİ
İnsanın yaratılış gayesi Allah’a ibadet etmektir.51/56 Ölüm ve hayat da bu insanların hangisinin daha iyi ibadet edeceğini test etmek için yaratılmış.67/2 Ama ‘ahsen-i takvîm’95/4 üzere yaratılan bu insanın yaratılış serüveni nasıl başladı, nasıl bitecek? Bu yazımızda, bu yolculuğu ayetler ışığında cennette, Firdevs-i Âlâ’da sonuçlandırmak istiyoruz.
Hakikaten insan yaratılmadan önce üzerine uzun bir zaman gelip geçti. Henüz o vakitlerde insan daha yaratılmadığından anılan bir şey değildi.76/1 Bu yüzden insanın, önceden hiçbir şey değil iken kendisini hakikaten Allah’ın yarattığını düşünmesi gerekir.19/67
Yaradanımız Allah, yaratmayı murad ettiği biz insanoğlunun faydalanıp ibret alması için yeryüzünde ne varsa hepsini, her şeyi yerli yerinde yarattı. Sonra iradesiyle göğe yönelip onları yedi kat gök olarak bir sistem üzere düzenledi.2/29 Sonra da meleklere: “Ben, yeryüzünde hükümlerimi yerine getirecek bir halife, yetki ve yöneticiliğe elverişli bir insan yaratacağım.” dedi. Melekler de: “Yâ Rab! Biz seni hamd, övgü ile yüceltip ve seni bütün noksanlıklardan tenzih edip ulularken, orada senin emirlerini tutmayıp bozgunculuk çıkaracak ve kan akıtacak birisini mi yaratacaksın?” deyince Allah Teâlâ: “Şüphesiz ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim.” diyerek onlara karşılık verdi.2/30
Ve Allah (cc.), yarattığı Âdem’e eşyaya ait bütün isimleri öğretti,2/31 sonra Adem onların isimlerini meleklere Allah’ın emri ve izni ile haber verdi.2/33Daha sonra da Allah meleklere: “Kudretim için Âdem’e secde edin.” dedi de cinlerden olan18/50 iblis hariç, hepsi hemen secde ettiler. O ise direndi, secde etmedi, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.2/34
Sonra Allah (cc.) Âdem ve onun özünden/maddesinden yarattığı4/1 eşi Havva anamıza: “Sen ve eşin cennette kalın, dilediğiniz yerde oradaki nimetlerden bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa kendisine yazık edenlerden olursunuz.” emrini verdi.2/35 Ve Ademoğlunun, Yaratıcısı olan Rabbini dinlemeyen ve secde etmeyen şeytan ile imtihanı burada başladı.
Derken, şeytan onları “cennette ebedî kalırsınız.” aldatmacasıyla o ağaçtakinden yedirdi ve ikisinin ayağını kaydırıp içinde bulundukları yerden, cennetten çıkarmayı sağladı. Allah (cc.) da: “Haydi! şeytana uymakla birbirinizin düşmanı olarak hepiniz yeryüzüne inin. Sizin için ömrünüzün sonuna kadar yeryüzünde ikamet etme ve faydalanma, geçiminizi sağlama imkânı vardır.” dedi.2/36 Böylece insanoğlunun dünya serüveni başlamış oldu.
Dünyaya gönderilen Âdem (as.), Rabbinden aldığı birtakım kelimeleri belledi/öğrendi ve onlarla O’na tevbe etti ve yalvardı. Allah (cc.) da onun tevbesini kabul etti.2/37 Yeryüzüne inen Âdem (as.)’a Rabbinden şu talimat geldi: “Eğer benden size ve neslinize bir hidayet, Peygamberlik/Kitab gelir de, kim hidayetime/rehberime tâbi olursa, artık onlara hiçbir endişe yoktur ve onlar bir üzüntü de duymayacaklardır.”2/38 Allah insanoğluna gönderdiği sayısız peygamberi4/164;40/78 ile doğru yolu gösterdi.
Rabbimiz, Âdemoğulları’ndan, onların gelmiş gelecek zürriyetlerini, sırtlarından, sulblerinden zerreler halinde alıp çıkarmış ve onları, kendilerine şahit tutarak: “Ben sizin, Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da: “Evet Rabbimizsin, şahit olduk.” demişlerdi. Bu da dünyada kâfirliğe sapıp da kıyamet gününde: “Biz bundan habersizdik.” dememeleri içindi.7/172 Yahut: “Ne yapalım, ancak daha evvel babalarımız Allah’tan başkasına bağlılık göstererek O’na ortak koşmuşlardı. Biz ise ancak onlardan sonra gelen ve onlara uyan bir nesil olduk. Batıl yoldan gidenlerin işledikleri günahlar yüzünden bizi de helak edecek misin?” demesinler diye idi.7/173
Peygamberler dahil, dünyada hiçbir insana ebedî hayat verilmedi.21/34 Yeryüzüne gelen her nefis ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak şer ile de hayır ile de denenecektir. Sonunda hepisinin dönüşü Allah’adır.21/35 Çünkü yeryüzünde bulunan her canlı fanidir, yok olacaktır. Baki ve ebedi kalacak sadece Yaradanımız Allah olacaktır.55/26;28/88
Kimi insanlar bilmeden Allah hakkında tartışır ve bu hususta azgın şeytan ve benzerlerine uyar.22/3 Halbuki o şeytan hakkında yazılmıştır ki: “Kim kendisini dost edinirse kesinlikle onu saptırır ve o kimseyi cehennemin alevli ateşine iletir.”22/4
Doğrusu Allah, insanı kudretini göstermek ve teklifleriyle imtihan etmek için, erkekteki çeşitli unsur ve salgılar içindeki genetik kısmın, kadın yumurtasındaki genetik kısımla karışmış bir nutfe/zigottan yarattı da insanı işiten ve gören bir varlık yaptı76/2 ve şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Şâyet öldükten sonra dirilmekten şüphe etmekte iseniz ilk yaratılışınızı hatırlayın. Kesinlikle bilin ki biz, sizi ilk önce karışmış çeşitli renk topraktan, insan olarak yarattıktan sonra sırasıyla onun içinden çıkan nutfe, aşılanmış yumurta/zigot halinden sonra bir alaka, sonra üzerinde uzuvlarının bir kısmı belirli bir kısmı belirsiz küçük bir et parçasından, bir mudgadan yarattık ki size ne olduğunuzu ve kudretimizi açıklayalım. Rahimlerde dilediğimizi, belirtilmiş bir vakte kadar durduruyoruz, sonra sizi bir bebek halinde çıkarıyoruz. Derken olgunluğa erişmeniz için sizi büyütüyoruz. İçinizden kimi erken öldürülüyor, kimi de daha önce bazı şeyleri bilirken, sonra artık çocuk gibi hiçbir şey bilmez hâle gelmesi için erzel-i ömr’e, ömrün en kötü devrine itiliyor.22/5
Allah (cc.) Nuh’u ve İbrahim’i peygamber olarak gönderdi. Peygamberliği ve Kitab’ı da artık onların nesillerine verdi. Onlardan bir kısmı doğru yolu bulmuştur. Fakat çoğu yoldan çıkmışlardır.57/26 Yine Allah (cc.), resûllerini, açık delillerle gönderdi ve insanların adaleti vahye uygun olarak ayakta tutmaları için, onlarla beraber hükümleri bildiren Kitab’ı ve mîzânı, adalet ve ölçüyü de indirdi 57/25 ve şöyle ferman buyurdu:
“Allah’a ve resûllerine inananlar hem Rableri yanında dosdoğru olanlar hem de Allah için şehit olanlar/şâhitlikte bulunanlardır. Onların hem mükâfatları, hem de nurları vardır. İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennem ehlidirler.57/19 Bilin ki âhiret kazancına önem verilmeden geçirilen dünya hayatı, ancak geçici bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme, mal ve evlatta çoğalma yarışıdır. Bu tıpkı şuna benzer: Bir yağmurun bitirdiği o yeşil bitki, ekincilerin hoşuna gider, fakat sonra o bitki kurur da sen onu sararmış halde görürsün. Sonra da çer çöp olur. İşte dünyadaki her şey de böyledir. Âhirette ise günahkârlara şiddetli azap, iyilere de Allah’tan mağfiret ve hoşnutluk vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir faydalanmadan, bir rüyaya sevinmeden başka bir şey değildir.57/20
Yer sarsıntı ile çarpıla çarpıla paralandığı, melekler sıra sıra iken Rabbinin emri geldiği zaman, o gün cehennem de getirilip ortaya konulur. O gün günahkâr insan, her şeyi hatırlar, ama artık hatırlama ona ne fayda verecek? O zaman: “Ah keşke ben, bu hayatım için dünyada iken sâlih ameller yapıp önceden gönderseydim.” diyecek. Artık o gün, O’nun azabı gibi, hiç kimse azap edemez ve hiç kimse, O’nun âsîlere vurduğu bağ gibi bağ vuramaz. Ey Allah’ın rızasıyla huzura eren nefis! Rabbini hoşnut etmiş ve sen de Rabbin tarafından hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön. Haydi iyi kullarımın içine katıl ve cennetime gir! denilir.89/21-30
Bu duruma erişmek için çalışmak, insanın en büyük gayesi olmalıdır. Bu aşamaya gelmesi için insanın, nefsiyle mücadelesinde nefsinin hayvanî yönüyle, Emmâre olan kötülüğe, günaha teşvik eden yönü ve Levvâme yani günahlarından pişmanlık duyup kendini kınayan fakat tam vazgeçemeyen yönleriyle mücadele edip onlardan kurtulması lazımdır.
Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılıp biriktirilmiş altın ve gümüşten ve otlağa salınmış özel besili atlardan; deve, sığır, koyun, keçi gibi hayvanlardan ve ekinlerden yana nefsin istekleri, insanlara süslü cazip gösterildi. Bunlar imtihan için verilen dünya hayatının geçici birer nimetidir. Varılacak yerin en güzeli ise Allah’ın katındadır.3/14 Ey Resûlüm! De ki: “Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takvâya erenler, yani Allah’ın emrine uygun yaşayıp günahtan sakınanlar için Rableri katında, içinde devamlı kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve hepsinin üstünde Allah rızası vardır. Allah kullarını hakkıyla görmektedir.”3/15
İnsanlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Halbuki kıyamet günü, yeryüzü tamamen O’nun tasarrufundadır. Gökler de O’nun kudretiyle dürülmüş olacaktır. O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir. Kıyamet kopunca, ilk Sûr’a üflenecek, artık Allah’ın dilediği meleklerinden başka, göklerde olan ve yerde olanların hepsi düşüp ölecektir. Sonra ona bir daha üflenecek, onlar hemen dirilip ayakta bakınıp duracaklar.39/67-8
Yer, Rabbinin nuruyla parlayacak, amel defteri ortaya konulacak, peygamberler ve şâhitler getirilecek, onlar haksızlığa uğratılmaksızın aralarında adaletle hükmedilecektir. Herkese yaptığının karşılığı tam olarak ödenir. O Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir. Kâfirler, bölük bölük cehenneme sürülürler. Nihayet oraya geldikleri zaman, onun kapıları açılacak ve bekçileri onlara: “Size, içinizden, Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugününüze kavuşmanız hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” diyecekler. Onlar da: “Evet geldi.” diyecekler. Fakat artık azap sözü, kâfirler üzerine gerçekleşecektir. Onlara:) “Girin, içinde temelli kalacağınız cehennemin kapılarından. İşte, Allah’a imana ve teslimiyete karşı kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!” denilir.39/69-72
Rablerine saygı duyup emrine uygun yaşayanlar ise, bölük bölük cennete sevkedilecekler. Nihayet oraya gelip de kapıları açılınca, cennetin bekçileri onlara: “Size Allah’tan selam olsun, tertemizsiniz. Artık ebedî olarak buraya girin!” diyecek. Cennetlikler de: “Bize verdiği cennet sözünü yerine getiren ve bizi, dilediğimiz kısmında oturacağımız cennet yurduna mirasçı yapan Allah’a hamdolsun. Allah için çalışanların mükâfatı ne güzelmiş!” diyecekler.39/73-4
Melekleri görürsün ki arşın etrafını kuşatmış olarak Rablerini hamd ile tesbih ederler. O gün o cennet ve cehennemlik olanlar arasında hak ile hükmedilmiş ve: “Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” denilmiş olacaktır.39/75
Mahmud Z. Ünal
15 Şevval 1433- 2 Eylül 2012
SAMİMİ DÖNÜŞ
Ey iman edenler! Tam ve kesin bir tevbe ile Allah’a yönelin. (Böyle yaparsanız) umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar. O gün Allah, Peygamberi(’ni) ve onunla beraber olan mü’minleri utandırmayacaktır. Onların nuru (o gün Sırât’ta) önlerinde ve sağlarında koşacak (aydınlatacak)tır. Diyecekler ki: “Ey Rabbimiz! Bizim nurumuzu tamamla (cennete kadar devam ettir, söndürme) ve bizi bağışla, doğrusu sen her şeye kâdirsin.” (66/Tahrim,8)
SÜNNET-İ SENİYYE VE HADİS-İ ŞERİF’İN ÖNEMİ
Sünnet-i seniyye-i nebeviyyenin bugünkü hayatımızda, müslümanın hayatındaki yeri ve önemi üzerinde açıklamalara geçmeden önce, sünnet kelimesini hatırlayalım:
1) Bu yazı Prof. Dr. M. Es’ad Coşan (Rh.a.)’ın Temmuz 1995 de İngiltere’de yaptığı konuşmadan alınmıştır. http://www.iskenderpasa.com/F39B6254-1CC3-4CBD-9EDD-F25C6D4D148A.aspx
KUR'AN - SÜNNET BÜTÜNLÜĞÜ,16 REBİÜLEVVEL 1435 (17 Ocak 2014)
EY İMAN EDENLER!
Allah’a ve Resûlü’ne uyun.
Ey iman edenler! (Peygamber,) sizi hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah’a ve Resûlü’ne uyun. Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer (sözünüzle niyetinizin aynı olup olmadığını bilir) ve siz, elbette yalnız O’nun huzurunda toplanacaksınız.(Enfal Suresi:24)
KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ
“ALLAH’A VE PEYGAMBER’E İTAAT EDİN.”
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
(Ey Resûlüm!) De ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir. (Yine) de ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse (kâfir olurlar), şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez. (Al-i İmran: 31-32)
Bunlar, Allah’ın sınırları (kanunları)dır. Kim Allah’a ve Peygamberi’ne itaat ederse, O’da onu alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar ki; orada ebedî olarak kalacaklardır. (İşte) bu en büyük kurtuluş (ve saadet)tir. Kim de Allah’a ve Peygamberi’ne isyan eder ve O’nun (hükümlerine karşı) sınırlarını aşarsa (Allah), onu ebedî kalacağı ateşe koyar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır. (Nisa:13, 14)
Allah ve Resûlü bir meselede hüküm verdiği zaman, inanan bir erkek ve kadına, artık o işte, kendi (arzu ve heves)lerine göre (başka) tercih hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne karşı gelir (onlar tarafından verilmiş hükümleri beğenmez, kendi tercihlerine önem verir)se, kesinlikle o, apaçık bir sapıklıkla sapmış olur. (Ahzab:36)
O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI
• “Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul edin diyenler çıkar. İyi bilin, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.” (Tirmizi, Darimi)
• Peygamberimiz Muaz İbn Cebel (ra) i Yemen’e gönderirken kendisine sordu:
- Sana bir konu geldiğinde nasıl hükmedersin? Muaz:
- Allah’ın kitabı Kur’an ile hükmederim, dedi. Peygamberimiz:
- Allah’ın Kitabında bulamazsan ne yaparsın? Buyurdu. Muaz:
- Allah’ın Peygamberinin sünneti ile hükmederim, dedi. Peygamberimiz:
- Allah’ın Peygamberinin sünnetinde bulamazsan ne yaparsın? buyurdu. Muaz:
- O zaman ictihad eder, kusur etmemeye çalışırım, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
- Allah’a hamdolsun ki, Allah’ın Rasulünün elçisini Peygamberinin razı olacağı şeye muvaffak kıldı, buyurdu ve Muaz’ın görüşünü tasvip etti. (İbn Mace)
• “Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.” (Hâkim)
KUR’AN’DAN SEKİZ ŞEY ÖĞRENDİM
Kur’an, kendi ifadesiyle insanları irşad ve doğru yolu göstermek için inmiştir. Bu yönüyle müslümanlar Kur’an-ı Kerim’i hem ibadet, hem de hayat rehberi olarak kabul etmişlerdir.
Kur’an’ın gerçek mesajını en iyi kavrayan simalardan biri de meşhur sufi Hatim el-Esam’dır. Hicri 3. asırda yaşayan bu gönül sultanı, Şakik el-Belhi’nin talebesidir. Hatim el-Esam ile hocası Şakik el Belhi aralarında şöyle bir konuşma geçer:
Şakik: Kaç yıldır benden ders alıyorsun?
Hatim: 33 yıldan bu yana
Şakik: 33 yılda ne öğrendin?
Hatim : “Ancak sekiz mesele öğrenebildim”
Şakik :“Fe Subhanallah! Seninle 33 yıl beraber olduk, demek ki ancak sekiz mesele öğretebildim! Yazık bana. Fazla faydalı olamamışım! O halde öğrendiğin sekiz mesele nedir?” Bunun üzerine Hatim el-Esam hocasına şunları sayar.
BİRİNCİSİ: İnsanlara baktım ki, her birisinin bir sevdiği var. O sevdiği ile hayatını sürdürüp gidiyor. Ölümü hiç aklına getirmiyor. Fakat kabre varınca sevdiğinden ayrılıyor. Bu hali görünce Kur’an’ı Kerim’deki “Sizin kendinizden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz” (Cuma, 62/8) ayeti ile Hz Peygamber’in şu hadisini hatırladım “Ölüyü kabre kadar üç şey takip eder; ikisi döner biri kalır. Yakınları ve malı döner, ameli ile baş başa kalır.” (Buhari, Rikak, 42) Bunun üzerine ben de salih amelimi kendime sevgili yaptım ki kabre girdiğimde benden ayrılmasın!
İKİNCİSİ: Naziat suresinin 39 ve 40. ayetlerini düşündüm. Burada Allah Teala: “Her kim Rabbinin makamından korkup nefsini heva ve şehavattan alıkoymuşsa işte cennet onun varacağı yerdir.” buyuruyor. Bu ayeti öğrenince nefsimle mücadele edip onun dizginlerini elime aldım, nefsimi itaatte daim eyledim.
ÜÇÜNCÜSÜ: İnsanlara baktım. Gördüm ki devamlı dünya için çalışıp çırpınıyorlar. Ne kazanırlarsa onu biriktiriyorlar. Oysaki Cenab-ı Hak: “Sizin yanınızdaki dünya nimetleri tükenir, Allah katındaki rahmet hazinesi ise bakidir” (Nahl,16/96) buyurmaktadır. Bu ayeti hatırladım ve senelerdir kazanıp, biriktirmiş olduğum şeyleri Allah rızası için tasadduk ettim ve ahiret azığı olsun diye Allah’a emanet eyledim.
DÖRDÜNCÜSÜ: İnsanlara baktım, üstünlüğü soyda, sopta, zenginlikte, makam ve mevkide zannediyorlar. Ben ise Allah’ın: “Biliniz ki, Allah katında en iyiniz, takvası en ziyade olanınızdır” (Hucurat, 49/13) Kavli kerimine baktım ve takvaya sarıldım. Ta ki Allah yanında mükerrem olayım.
BEŞİNCİSİ: Şu insanlara baktım, mal ve şöhret sebebiyle birbirlerine haset ve buğz ediyorlar. O zaman yine Allah’ın kelamına müracaat ettim; “Dünya hayatında onların maişetlerini aralarında biz taksim ettik” (Zuhruf, 43/32 ) ayetini düşündüm, benim hakkımda irade buyurmuş olduğu taksimata razı oldum. Herkesle iyi geçindim. Hiç kimseye hased ve düşmanlık etmedim.
ALTINCISI: İnsanlara baktım birbirlerine düşmanlık ve kötülük etmekte sanki yarışıyorlar. Hakikatte düşmanıma baktığımda onun da şeytan olduğunu düşündüm. Cenab-ı Hakkın “şeytan sizin (ezeli) bir düşmanınızdır. Onun için siz de kendisini bir düşman kabul ediniz” (Fatır, 35/6) fermanına baktım, ona düşman oldum ve insanların hepsini Allah için sevmeye başladım.
YEDİNCİSİ: Baktım ki bütün insanlar dünyevi ihtiyaçları için çalışıyorlar. Bunun için nefislerini dahi zillete düşürüyorlar, hatta haram ve şüpheli şeylere bile giriyorlar. Bunun üzerine şu ayete baktım: “Yeryüzünde ne kadar yürüyen canlı varsa hepsinin rızkı ancak Allah’a aittir.” (Hud, 11/6) Böylece kendimi de o canlılar arasında bir canlı olarak hesap ettim ve ömrümü Rabbimin taatında geçirmeye koyuldum.
SEKİZİNCİSİ: Gördüm ki insanların kimi malına, kimi mülküne, kimi sanatına, kimi gençliğine... güvenip dayanıyor. Böylece bütün insanlar mahlukata güvenmiş oluyorlar. Oysa Cenab-ı Hakkın: “Kim Allah’a güvenip dayanırsa Allah ona kafidir” (Talak, 65/3) ayetini hatırladım ve yalnız Allah’a güvenip O’na dayandım.
Bütün bunları can kulağıyla dinleyen hocası Şakik el-Belhi:
- “Ey Hatim! Gönlümü hoş ettin. Kur’an’dan pek güzel istifade etmişsin. Bu saydığın şeyler üzere amel edersen iki cihanda mutluluk senindir. Ben dahi bunlara amel edersem ancak kurtulabilirim. Seni tebrik ederim beni de irşad ettin. Rabbimden tüm talebelerimin böyle yetişmesini niyaz ederim. Allah sana hayırlı ve uzun ömür versin, gönlün muhabbet ve sürurla dolsun.
Dr. M. Selim Arık (Bursa Merkez Vaizi)
Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır. Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız
El-ADİL 2, 9 REBİÜLEVVEL 1435 (10 OCAK 2014)
EY İMAN EDENLER!
Adalet Timsâli Şâhitler Olun.
Ey iman edenler! Allah için adaleti (hakkı) ayakta tutan (hâkimler), adalet timsâli şâhitler olun. Bir kavme duyduğunuz kin sizi adaletten sapmaya sevketmesin. Âdil davranın, takvâya daha yakın olan da budur. Allah’a karşı takvâlı olun (emirlerine uygun yaşayın). Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Maide Suresi / 8)
KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ
ALLAH (CC) ADALETİ EMREDER
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
- Şu bir gerçek ki Allah, size emanet (ve iş)leri mutlaka ehline (İslâm’a göre ahlâkı sağlam, yeteneklilere) vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Gerçekten Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz Allah, (her şeyi) işiten ve görendir. (Nisa Suresi: 58)
- (Ey müslümanlar!) Böylece sizi dengeli (seçkin ve adaletli) bir ümmet kıldık ki, insanlara karşı (adaletin örneği ve hakikatin) şâhitler(i) olasınız ve Peygamber de sizin lehinizde şâhit olsun. (Resûlüm! Biz vaktiyle arzulayıp da şu anda) yöneldiğin kıble (olan Kâbe’)yi ancak (sen) Peygamber(im’)e uyanları, topukları üzerinde geri dönen (münâfık ve mürted)lerden ayıralım (da onlar bilsinler) diye kıble yaptık. Gerçi bu (çevrilme) elbette Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerden başkasına ağır gelmektedir. Allah sizin imanınızı (Mescid-i Aksâ’ya yönelerek kıldığınız namazlarınızı) asla zâyi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara karşı çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Bakara Suresi: 143)
- “Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı tam olarak, adaletle yerine getirin, insanlara eşyalarını (haklarını) eksik vermeyin ve yeryüzünde (Allah’ın koyduğu sosyal ilkeleri değiştirerek) bozgunculuk yapmayın, kargaşa çıkarmayın (ve fenalık yapmayın)!”(Hud Suresi 85)
O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI
- Abdullah İbni Amr İbni’l-Âs (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki, adâletle iş gören ve hükmedenler, Allah katında nurdan minberler üzerinde Rahmân’ın sağ elinin yanında olacaklardır. O’nun her iki eli de sağdır. Bunlar, hükümlerinde ve aileleri ile sorumlu bulundukları hakkında adâleti gözeten kimselerdir”. ﴾Müslim, İmâre 18; Nesâî, Âdâbü’l-Kudât 1﴿
- Enes b. Mâlik (r.a.)’in rivâyet ettiğine göre Rasûlullâh (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Hükmettiğiniz zaman adâletle hükmedin. Öldürdüğünüzde de güzel bir yolla (eziyet etmeden) öldürün. Şüphesiz ki, Allah güzeldir, iyi ve güzel muameleden hoşlanır”.﴾Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 6/40; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 5/197.﴿
- Ubâde b. Sâmit (r.a.)’den rivâyete göre, o şöyle demiştir:
“Rasûlullah (s.a.v)’e zor ve kolay hallerimizde, sevinçli ve kederli günlerimizde dinleyip itaat etmek, işinin ehli yöneticiyle emirlik konusunda tartışmamak, nerede olursak olalım hak ve adâleti söyleyip Allah uğrunda hiçbir kınayanın kınamasından korkmayıp bu korkuyla hakkı bırakmamak üzere biat etmiştik”. ﴾ Nesâî, Bey’at 4; Tirmizî, Siyer 34; İbn Mâce, Cihad 41.
ADALET, AHLÂKÎ ERDEMDİR.
Kur’ân-ı Kerîm’de hak ve adaletin mutlaklığı öylesine vurgulanmıştır ki bizzat Allah’ın âhirette hiçbir haksızlığa mahal verilmeyecek şekilde adaletle hükmedeceği ve onun bu vaadinin kesin (hak) olduğu belirtilmiştir.(10/Yûnus, 54-55; 21/Enbiyâ, 47; 39/Zümer, 69.) Hükümde, idarede ve beşerî münasebetlerde adalet insanlığın ve İslâm’ın hedefi olmakla beraber, belli bir uygulama ve davranışın her zaman ve her yerde adaleti temin edip etmediği hususu önemli bir problem teşkil etmektedir. İslâm düşünürlerine göre burada iki kategori vardır. Birincisi akla dayanır ve devamlıdır; bu kategoriye giren davranışlar daima âdil ve güzeldir. Söz gelişi iyiliğe iyilikle karşılık vermek, zarar vermeyene zarar vermemek gibi. İkincisi kanun ve kaideye dayanır, dolayısıyla izafîdir ve zaman içinde değişebilir. Bu tür adalet, bazan mukabele yoluyla ve mecazen “Kötülük, tecavüz” gibi kelimelerle de ifade edilir. Meselâ kötülüğe kötülükle mukabele etmek, tecavüzü aynı ölçüde tecavüz ile karşılamak gibi. Ayrıca kısas, diyet, tazminat, misilleme de bu kategoriye giren örneklerdir. (el-Müfredât, ‘adl, md. )
Allah’ın adaleti, var olan her şeye varlık hiyerarşisi içindeki durumuna göre tamlık ve mükemmellik kazandırmasıdır. İlâhî adalet, varlık sahnesinde yer alan her varlığın bütün gelişim safhalarında ve hatta her cüzünde tecellî etmiştir.
Hz. Peygamberin adalet sıfatını kazanabilmesi, daveti yani risâlet görevini yerine getirmesi, bu konuda insanların keyfî istek ve arzularını hesaba katmaksızın ilâhî emirlerin gösterdiği şekilde doğru olması ve Allah’ın daha önceki kitaplarda bildirdiği ebedî gerçeklere inanması şartına bağlanmıştır. (42/Şûrâ, 15.)
İnsanın Allah nezdinde en üstün değer ölçüsü olan takva (49/Hucurât, 13.) erdemine nail olabilmesi için âdil olması (5/Mâide, 8) ve adaletli söz söylemesi (6/En’âm, 152.) gerekir. Esasen doğrulukla (sıdk) birlikte adalet (adl) de ilâhî kelâmın birer niteliğidir. ( 6/En’âm, 115.)
Adalet sıfatı kaybolursa bundan fazlalık veya eksiklik şeklinde iki taraf doğmaz; sadece zıddı ve karşıtı doğar ki o da cevrdir” (İhya, III. 54; Mânü’l-amel, s. 91.)
Adaletin ölçüsü yahut dayanağı hakkaniyettir. Hidayete hak sayesinde ulaşılabileceği gibi adalet de hakka uymakla sağlanır. Hak, sabit bir kanun ilkesidir. Bir hak konusunda hüküm verilirken, hakkın kendi lehine hükmedilmesi halinde bundan memnun olan, fakat aleyhine hükmedilmesi durumunda bu hükmü tanımayan insanlar için “İşte bunlar zalimlerdir” ( 24/Nûr, 48-51.) denilmiştir. Şahsî menfaat temini, akrabalık, düşmanlık gibi hissî durumlar, taraflardan birinin soylu veya aşağı tabakadan olması, bedenî veya ruhî bakımdan kusurlu bulunması gibi ahlâk kanununu ilgilendirmeyen sebepler bir hakkın ihlâlini, örtbas edilmesini ve sonuç olarak adalet ilkesinden sapmayı mazur gösteremez. (5/Maide, 8; 4/Nisâ, 3; 3/Âl-i İmrân, 75.)
...
Adalet, ferdî ve içtimaî yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlamaktır.
Adalet, ahlâkî erdemdir.
Adalet, “Davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmaktır.
Adalet, Allah’a şirk koşmamaktır.
Adalet, orta yoldur, yapılması gerekenin en iyisini ve uygun olanı yapmaktır, istikamettir.
Adalet, düzendir, dengedir, denkliktir, eşitliktir, gerçeğe uygun hükmetmedir, doğru yolu izlemektir, takvaya yönelmektir, dürüstlüktür, tarafsızlıktır.
Adalet, insanın fizyolojik ve fizyonomik yapısındaki uyum, ahenk ve estetik görünümdür.
Adalet, insanın ruhî ve manevî yapısında bulunan denge (itidal) ve ahenktir.
Adalet, insanların keyfî istek ve arzularını hesaba katmaksızın ilâhî emirlerin gösterdiği şekilde doğru olmaktır.
Adalet, başkalarının gelişigüzel istek ve telkinlerinden etkilenmeyen istikrarlı bir doğruluk ve ahlâk kanununa itaatla gerçekleşen ruhî denge ve ahlâkî kemaldir.
Adalet, hayatın her anında aşırılıklardan uzak bir davranış sergilemektir.
Adalet, içtimaî bünyede de aşırılıklardan uzak, dengeli ve uyumlu bir hayat tarzı benimsemektir.
Adalet sıfatından yoksun olan kişi dilsiz, âciz ve hiçbir işe yaramayan bir köle gibidir. Böyle birisi, adalet faziletini kazanmış, dolayısıyla doğru yolu bulmuş olanla bir tutulabilir mi?
Adalet, kazanılması gereken bir kemal, olgunluk sıfatıdır.
Adalet, insanın ahlâkî davranışlarının öteki temel faziletleriyle uyumlu bir sonucudur.
Adalet, zulüm ve zulme boyun eğme diye adlandırılan iki rezaletin ortasıdır.
Adalet, sadakattir, ülfettir, vefadır, şefkattir, sıla-i rahimdir, iyiliğin karşılığını vermedir, ortak işlerde dürüst hareket etmedir, hakları güzellikle ödemektir, yakınların ve erdemli kişilerin dostluğunu kazanmaktır, teslimiyettir, tevekküldür, ibadettir.
Adalet, borcunu vermek, alacağını istemektir; görevini yerine getirmek ve hakkını almaktır.
Adalet, iyiliğe iyilikle karşılık vermektir, zarar vermeyene zarar vermemektir.
Adalet, kısastır, diyettir, tazminattır, misillemedir.
Adalet, verilen ile hak edilen arasındaki dengedir. Bu denge bazı hallerde eşitlikle gerçekleşir; ancak adalet eşitlik değil, dengedir... ( Bu yazı, Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi [DİA], İstanbul, 1988; 1/341-344. Sayfalar arasında yer alan Adalet maddesinden uyarlamıştır.)
Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır. Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız
El-ADİL, 2 REBİÜLEVVEL 1435 (3 OCAK 2014)
EY İMAN EDENLER!
Ey iman edenler! (İyiliği emredip kötülüğü önlemede) kendiniz için üzerinize düşene bakın. Siz (bu görevi de îfâ ederek Allah’ın gösterdiği) doğru yolda olduğunuz zaman, artık sapanlar(ın günahı) size zarar vermez. Hepinizin dönüşü ancak Allah’adır. O size yaptıklarınızı haber verecektir. (Maide Suresi 105)
KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞUYORUZ
“DEKİ:RABBİM BANA ADALETİ VE İTİDALİ EMRETTİ”
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
- De ki: “Rabbim bana adaleti ve itidâli emretti. Her mescidde (namazda) yüzlerinizi (kıbleye) çevirin. Dini yalnız ‘Allah’a has kılarak’ (ve ihlasla) kendisine (kulluk edip) yalvarın (başkalarını putlaştırıp/tanrılaştırıp onlara sığınmayın. Unutmayın ki) ilk defa sizi yarattığı gibi, yine (O’na) döneceksiniz.” (Araf/29)
- Ey iman edenler! Allah için adaleti (hakkı) ayakta tutan (hâkimler), adalet timsâli şahitler olun. Bir kavme duyduğunuz kin sizi adaletten sapmaya sevketmesin. Âdil davranın, takvâya daha yakın olan da budur. Allah’a karşı takvâlı olun (emirlerine uygun yaşayın). Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Maide/8)
- Ey iman edenler! Kendinizin, ana babanızın veya akrabalarınızın aleyhine olsa bile, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun; (haklarında şahitlik ettikleriniz) ister zengin, ister fakir olsunlar. Çünkü Allah, her ikisine de (sizden) daha yakındır. Haktan ayrılarak heva ve hevesinize uymayın. Eğer (şahitlikte), dilinizi eğip büker (yalancı şahitlik eder)seniz veya (şahitlikten) kaçınırsanız, (bilin ki bu, kul hakkını ihlaldir, zulümdür.) Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Nisa/135)
O’NUN (sav) AHLAKI KUR’AN’DI
- Abdullah ibni Amr ibni-l As (Ra)’dan rivayetolunduğuna göre Rasûlullah (Sa) şöyle buyurdu:
“Ailesine ve idaresi altında bulunanlara adaletle hükmeden adil kimseler Allah katında nurdan koltuklar üzerine otururlar.” (Müslim İmara 18)
İyaz ibni Hımar (Ra) Rasûlullah (Sav) şöyle buyurken dinledim dedi.
“Cennettekiler üç sınıftır: Adil ve başarılı devlet başkanı, akrabasına ve müslümanlara karşı merhametli ve yumuşak kalpli kişi ailesi kalabalık olduğu halde haram kazançtan uzak kalmaya çalışıp kimseden bir şey istemeyen adamdır. (Müslim Cennet 63)
- Numan ibni Beşir (Ra)’nın anlattığına göre babası onu Rasûlullah (sav)’in yanına götürdü ve
“Ben sahibi olduğum bir köleyi bu oğluma verdim” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sav), “Buna verdiğin gibi diğer çocuklarına da verdin mi?” diye sordu. Babam, “Hayır vermedim” dedi. Bunun üzerine peygamber (sav), “O halde bağışından dön” buyurdu.
Müslim’in diğer bir rivayetine göre, Rasûlullah (sav),
“Bu bağışın aynısını diğer çocuklarına da yaptın mı?” buyurdu. Beşir: “Hayır yapmadım” dedi. Bunun üzerine peygamberimiz: “Allah’tan korkunuz. Çocuklarınız arasında adaletli davranınız” buyurdu. Bunun üzerine babam bağışından döndü ve köleyi geri gönderdi. (Müslim, Hibat,13)
ADALETTEN VE DOĞRULUKTAN AYRILMAMAK
Bizde “el-’adlü esâsü’l-mülk” denmiştir. “el-’adl”, yani adalet; esas: Temel; mülk: Egemenlik... (Yani emlâk mânasına, taşınamaz mallar mânasına değil) mülk, egemenlik demek. Meliklik, malik olmak; bir toplumun yönetimine sahip olmak demek. “Egemenliğin, hâkimiyetin, idareye sahip olmanın temeli adalettir.” Dinimiz böyle buyuruyor.
İki âyet-i kerîmede müslümanlara kendilerinin anne babasının ve yakınlarının, akrabasının bile aleyhinde olsa, adaletten ayrılmamaları tavsiye buyruluyor. İnsanın kendisini aşması, kendisi aleyhine karar verebilmesi başka bir din ve kültürde görülmüş mü? Hâkim, kendi kendisini mahkûm edecek; çünkü Kur’an, “Velev ‘alâ enfüsiküm evi’l-vâlideyni ve’l-akrabîn”: İsterse kendinizin aleyhinde olsun, isterse anne babalarınızın aleyhinde olsun... Yine adaletten, doğruluktan ayrılmayın.”diyor. Anne babasını mahkûm edecek bir hâkim, akrabasını mahkûm edebilecek bir kadı, bir adalet mensubu uygulayıcısı olabilmek, bize, bizim kültürümüze mahsus bir şereftir, bizim İslâm ve iman kültürümüzde görülebilen bir şereftir.
Nitekim Kadı Hızır Çelebi’nin Fatih Sultan Mehmed’i mahkûm ettiğini biliyorsunuz. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed’le İstanbul’un eski sahibi olan ahaliden Rum bir mîmar davalı ve davacı oluyor ve sonuçta kadı efendi kalkıyor, Fatih Sultan Mehmed cennetmekânı mahkum ediyor. Hakikaten hukuk tarihinde böyle olaylar olmuş mudur? Gerçekten bu kadar cesur kararlar veren, sevdiği ve bağlı olduğu hükümdarı mahkûm edebilen hukukçular yaşamış mıdır? Eğer yaşamışsa herhalde onlar da yine ilahî bir dinden feyiz almış, Allah huzurunda hesap vereceğini bilen insanlardır; ancak öyle olabilir. İhtimal olarak varsa, olmuşsa, âhirete inanan, âhiretteki mahkeme-i kübrâya inanan, din gününe, yani “mâliki yevmi’d-dîn”, din gününün maliki Allah’ın huzuruna varılacağını bilen insanlardan çıkabilir böyle jestler.
“Din”, karşılık demektir; “mâliki yevmi’d-dîn”, yani insanların yaptıkları işlerin, iyi veya kötü, karşılığı ne ise onun verileceği gün. “Mâliki yevmi’d-dîn” âyet-i kerîmesinin “din gününün sahibi” diye tercümesi doğru değil. “İnsanların yaptıkları âmâlin, ef’âlin, yaşam tarzlarının ve işlerinin, ceza veya mükâfat olarak karşılığının verileceği güne malik olan” diye tercüme edilmeli.
Sonra, Tin suresinde, “femâ yükezzibüke ba’dü bi’d-dîn. Eleyse’llâhu bi-ahkemi’l-hâkimîn” buyrulmuştur. Yani, “Bu kadar gerçeklerden sonra hangi husus sana dini kabul etmemeyi, tekzip etmeyi, yalanlamayı telkin edebilir, işaret edebilir?” Buradaki “din” de yine karşılık mânasına geliyor, yani hakkın yerini bulmasını inkâr etmeye seni ne götürebilir, hangi sebep seni o tarafa itebilir? Mümkün değil böyle bir şey, “Eleyse’llâhu bi-ahkemi’l-hâkimîn”; Allah hâkimler hâkimi, yani adaletliler adaletlisi, en adaletli, hükmü en isabetli olan değil mi? “Ahkemi’l-hâkimîn” “hükmü en isabetli” diye tercüme edilmeli, dinî kim inkâr edebilir sözü de ettiklerini bulmanın gerçekleşeceğini kim inkâr edebilir demek. “Femen ya’mel miskâle zerretin hayran yerahû, ve men ya’mel miskâle zerretin şerran yerahû”: “Zerre kadar hayır işleyen karşılığını görecek, mükâfat olarak; zerre kadar şer işleyen cezasını çekecek, ikâb olarak.” Yani azap olarak çekecek diye bildiriliyor.
Demek ki toplum hayatının temeli, bizim dinimizde çok net olarak görüldüğü üzere adalet. Peygamber Efendimizin hayatından başlayarak, düşman bile olsa haklıya hakkının teslim edilmesi ve hukuka riayet edilmesi emrediliyor bize.
Mekke-i Mükerreme’nin fethi sırasında Kâbe-i Müşerrefe’nin anahtarı henüz müslüman olmamış bir ailenin elinde idi, teslim etmek istemedi. “Kimseye vermiyorum.” deyince Hz. Ali de zor kullandı ve aldı anahtarı. Kâbe’nin kapısını açtı, namaz kıldılar. O, Peygamber Efendimizin amcazâdesi, “Bu Kâbe’nin anahtarını taşıma vazifesini bana lütfetseniz, bende kalsa, ben muhafaza etsem” diye istedi. Peygamber Efendimizden bu görevin kendi ailesine intikalini istedi. Ama “Emanetleri ehillerine vermenizi ve hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi Allah emrediyor.” âyet-i kerîmesi indi. Onun üzerine Hz. Ali’ye Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Al bu anahtarı, o vermek istemeyen ve senin zorla elinden aldığın adama geri ver.” diye hükmetti. Adam anahtarı tekrar karşısında görünce şaşırdı. Bu, tam adaletli olan ve Allah ne emrederse onu yapma, icabında aleyhinde bile olsa, “pekâlâ” deyip de özür dileyip dönebilme, ahlâk seviyesini gösteren dinin hak din olduğunu anladı, Peygamber Efendimize inandı, müslüman oldu ve müslümanların safına girdi. Bunlar, âyet-i kerîmelerle, hadîs-i şerîflerle, İslâm tarihindeki örnekleriyle adaleti gösteren olaylar ve asırlar boyu bu böyle devam etmiştir. Ecdadımız da bu bakımdan çok şerefli insanlardır. İşte Hızır Çelebi’nin hayatı ve jesti onlardan sadece bir tanesi...
O bakımdan, sizlere hayatınız boyunca daima Allah’ın rızasını gözetmenizi, her hükmünüzde, “Allah razı olur mu?” diye düşünüp hükmünüzü ona göre vermenizi, sözünüzü öyle söylemenizi temennî ve tavsiye ederim. Çünkü maddî ve mânevî her türlü salah ve felahımız adalet ve doğruluktadır.
Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN
Bu köşenin içeriği KUR’AN’IN ANLAMIYLA BULUŞMAK PLATFORMU tarafından hazırlanmıştır. Ayet mealleri Hasan Tahsin Feyizli'nin Hazırladığı Feyzü'l Furkan Açıklamalı Kur'an-ı Kerim Meali’nden alınmıştır. Ayet meallerinin tamamına www.kuranimiz.net, ses dosyalarına www.akradyo.net adreslerinden ulaşabilirsiniz. Görüş ve önerileriniz için: Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız