Kur'an-ı Kerim'i insan hayatının belirli bir boyutuna inhisar ettirme çabası, her şeyden önce Allah (cc), insan ve evren arasındaki ilişkilerin kapsamıyla bir tekabüliyet sorunu yaşayacaktır. Öte yandan bu inhisar ettirme çabasının, insanı, kısırlaştıracak denli bir boyutsuzlukla karşı karşıya getirdiğini zaten modern zamanlarda tecrübe etmiş durumdayız. Batı'daki Rönesans, reformlar ve aydınlanma düşünceleri ile kilise arasındaki gerilimin, son kertede Tanrı'ya hayattan el çektirmesi ile sonuçlanması, insan için hayatın birçok alanında vakum üretmişti. Başlangıçta bu vakumun hümanist bir temelde insani imkan ve enstrümanlarla doldurularak Tanrı yerine ikame olması beklenmişti. Erken modernleşme teorileri de insanın bilgisiyle keşfettiği alanlar genişledikçe, Tanrı'nın alanının daralacağını öngörmekteydi. Daha sonraki süreçte dünya ölçeğinde meydana gelen olaylar, doğrusu Tanrı'ya tekrar çağrı yapan imalar taşımaktaydı.
Aydınlanma'nın rasyonel bireyi, içinde gizem, sır, mistik ve mitikliğin olmadığı bir kozalite içerisinde tanımlanmıştı ve doğrusu oldukça da heyecan vericiydi. Fakat geldiğimiz noktada, batılı sosyologların ortak kanaati de odur ki, bu birey iflas etmiştir. Nitekim yeni dini hareketler adı altında dünyada boy gösteren olaylar, bunun üzerine oldukça bereketli malzeme taşırlar. Fallar, burçlar, gizemler, mitler, eskiden hurafe denilerek ötelenmeye çalışılan geleneksel dini anlayışlara rahmet okutacak mebzuliyette insan hayatında yer almaya başlamışlardır. İnsanlar, Tanrı'nın kilise ya da cami köşelerinde, insanın acziyeti ve inlemelerine bigane kalmasından memnun değildir ve O'nu tekrar hayatına geri çağırmaktadır aslında. Sorun; falların, burçların, çağdaş hurafelerin, gizemlerin, mitlerin sahte tanrılarının insan hayatını dinamitlemeden önce, gerçek Tanrı ile hayat içerisinde interaktif bir ilişkiye girebilmektedir. (Çünkü Tanrı da tabiata, dünyaya ve tarihe müdahildir.)
Hayatın Limit(sizliğ)i:
İnsanın kompleks bir yapıdan oluştuğunu söylemek, aynı zamanda onun çok boyutlu olduğunu ve bu boyutlar arasında girift bir ilişkiler ağının bulunduğunu da ifade etmek demektir. Hem insanın sahip olduğu kapasite ve aidiyetler, hem de insanı çevreleyen objeler ve onlarla ilişkiler, insan hayatının bu giriftliğinin çok boyutlu niteliğini anlatmak açısından iki temel noktadır. İnsanın cinsiyeti, yaşı, bedensel durumu, doğduğu yer, yaşadığı mekanı vb.nin yanı sıra kabilesi, milleti, sosyal sınıfı da "insan" kavramını çeşitlendirmektedir. Öte yandan toplum, ekonomi, kültür, çevre, fizik gibi insanı çevreleyen unsurlar da insan boyutlarının çeşitlenmesine katkıda bulunurlar. İnsanı bu farklılıkları ve boyutları içerisinde doğru olarak okuyabilmek ve taşıyabilmek, aynı zamanda gündelik olayların sağlıklı analizi açısından da elzemdir.
Tam da bu noktada Batı ve İslam düşüncesinde insan tanımlarına dair bir küçük kıyas verelim. Batı düşüncesi içerisinde geliştirilen "Homo-economicus", "Homo-Religious" vb. insan tanımları, aslında insanın farklı boyutlarının her birini diğerinden bağımsızlaştırarak ele alan tanımlardır. Yine mesela insanın "alet yapan", "düşünen", "politik" bir hayvan şeklinde nitelenmesi, temelde aynı zafiyeti taşıdığı gibi, daha da ötede insanı salt biyolojik bir mekanizmaya indirgeyerek "hayvan"la eşitlemektedir. Halbuki insan; iradesi, aklı ve değer üretimi ile hayvandan asli biçimde farklılaşmaktadır. Biz ise insanı ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel vb. boyutları olan bütünsel bir varlık olarak görmekteyiz ki, O, Adem'in çocukları olarak "Eşref-i mahlukat" olmaya da "Esfel-i Safilin" olmaya da uygun potansiyeller taşır. Batı düşüncesindeki insan tanımlarında, insanın farklı boyutları birbirinden bağımsızlaştırılarak belirli alanlara inhisar ettirilirken, İslam düşüncesi insanın farklı boyutları arasındaki giriftliğe ve ilişkilere dikkat çekmektedir. Aslında burada "pagan" ve "tevhid" anlayışının izlerini sezmek mümkündür.
Biz ara başlıkta geçen "hayatın limit(sizliğ)i" kavramsallaştırması ile insan hayatının çok boyutlu kapsamlılığına ve bu boyutlar arasında karşılıklı etkilere dayanan girift ilişkilerin olduğuna dikkat çekmek istiyoruz. Böyle bir dikkat çekişin temel sebebi de, insana külli hakikat konusunda bir yön gösterme ve perspektif belirleme iddiasında olan dinin ve onun somutlaşmış biçimi olan kutsal kitabın ve özelde Kur'an-ı Kerim'in, insan hayatına tüm boyutlarıyla değinmesinin bir zorunluluk olduğunu belirtmektir. şayet bir ilahi vahiyden bahsediyorsak, bunun her şeyden önce bir Tanrı-insan hiyerarşisine dayanması ve insana tüm boyutlarıyla değinmesi gerekmektedir. Bu açıdan Kur'an-ı Kerim'in aynı zamanda bir hayat kitabı olduğunu; hayata dair bir felsefe, perspektif ve ufuk geliştirdiğini görebilmek önemlidir.
Kur'an-ı Kerim'in Hayatı Kavrayışı:
Batı düşüncesi içerisinde geliştirilen "Homo-economicus", "Homo-Religious" vb. insan tanımları, aslında insanın farklı boyutlarının her birini diğerinden bağımsızlaştırarak ele alan tanımlardır. Yine mesela insanın "alet yapan", "düşünen", "politik" bir hayvan şeklinde nitelenmesi, temelde aynı zafiyeti taşıdığı gibi, daha da ötede insanı salt biyolojik bir mekanizmaya indirgeyerek "hayvan"la eşitlemektedir.
Kur'an-ı Kerim'in yirmi üç sene gibi bir zaman süreci içerisinde inzal olduğu sıklıkla söylenen bir gerçeği yansıtmaktadır. Bu cümlenin kanaatimizce en anlamlı vurgusu, Kur'an-ı Kerim'in mesajları ile toplumsal anlayış ve değişimler arasındaki paralelliklerdir. Dolayısıyla Kur'an ile hayat arasında diyalojik bir ilişki söz konusudur. Nitekim biz bunu Hz. Peygamber'in (s.a.s.) hayatında izleyebiliyoruz. Aliye İzzetbegoviç'in "Kur'an'ın bütün tefsirleri, onun Hadis'e yani hayata başvurulmadan anlaşılmaz olduğunu göstermektedir" (İzzet Begoviç, 1994; 239.) sözü bu bağlamda önemlidir.
Yukarıda zikrettiğimiz önermelerin birkaç noktaya gönderme yaptığını söyleyebiliriz. Öncelikle Kur'an, hayatın dekoderidir. O, kıyamete kadar geçerli olan evrensel prensipleri ihtiva ederken, bu prensiplerin tarihsel süreçte ve hayatın formları içerisinde bir açılımı söz konusudur. Dolayısıyla o, sadece bir dönemin hayatını değil, hayatın tüm dönemlerine yol gösterecek bir potansiyele sahiptir. İnsan hayatını tüm boyutlarıyla kuşatıcıdır ve hiçbir boyutunu dışarıda bırakmaz. Hayat da Kur'an-ı Kerim'in hem tarih üstü hem de tüm tarihsel dönemler boyunca bir açılım zeminidir.
Bu bağlamda Kur'an-ı Kerim'in zamana dayanıklı olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim zaman içinde tüketilemez. Bu bağlamda tarihsel kimi düşüncelerin özelde Kur'an-ı Kerim'i zaman açısından sorunsallaştırıcı yaklaşımları, zımnen onun hayata dair yetersizliğini iddia etmiş olmaktadır. Diğer yandan insanlığın bilgi birikiminin Kur'an'ı aşacağına/aştığına olan vurgular da gerçeği yansıtmamaktadır. Gerçekte Davies'in de belirttiği gibi, "Bilginin birikimi, hiçbir zaman kavramların anlamını tüketemez." (Davies, 1996; 85.) Bu açıdan da Kur'an hayatı kavramaktadır.
Kur'an-ı Kerim, insana hayata bakışta bir pespektif ve ufuk kazandırmak niyetindedir. O, hiçbir zaman insanı detaylarda boğmaz. Tam tersine hayatın anlamını; hayata, insana, topluma, evrene nasıl bakılması gerektiğini anlatır. Tanrı-insan, insan-insan, insan-çevre gibi temel unsurlar arasındaki ilişkileri ve hiyerarşileri kurar.
Kur'an-ı Kerim, insana hayata bakışta bir pespektif ve ufuk kazandırmak niyetindedir. O, hiçbir zaman insanı detaylarda boğmaz. Tam tersine hayatın anlamını; hayata, insana, topluma, evrene nasıl bakılması gerektiğini anlatır. Tanrı-insan, insan-insan, insan-çevre gibi temel unsurlar arasındaki ilişkileri ve hiyerarşileri kurar.
şunu çok iyi bilmekteyiz ki; objeler dünyasının kendinden menkul bize sundukları bir anlam yoktur. Eşyadan hareket, son kertede bir materyalizm ve hedonizm üretmektedir. Kur'an-ı Kerim, ancak Allah'ın (cc) ezeli ve ebedi varlık olduğunu; insanı ve evreni yarattığını, kulluğun insana temel bir görev olarak yüklendiğini; ölümden sonra bir hayatın varlığını belirtmektedir. Bu çerçevede dünya; ahireti kazanmanın bir imkanı ve geçici bir konaklama yeridir (Bakara, 36). Hayat; ancak tümüyle Allah'a (cc) vakfedildiği asli anlamına uygun yaşanır. Bunun dışındakiler "aldatma", "iğva" ve "geçicilik" Öte yandan Kur'an-ı Kerim, insanın üzerinde yaratıldığı "fıtrat" bağlamında onu okumakta, fıtratıyla paralel bir hayat tasavvuru sunmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in Hayat Tasavvuru:
"Hayat" kavramı üzerinde yapılan tartışmalardan en önemlisi, onun sınırlarına dair olandır. İnsan doğduktan itibaren bir hayata gözlerini açar ve somut olarak bir tek hayatı yaşamaktadır: Dünya hayatı. şayet dünya, yegane hayat olarak algılanırsa, dünyaya ve hayata bakış ona göre olacaktır. Bu algılayışın somut neticesi, hazza dayalı, insanın tamamen doruk noktasına kadar arzularının tatminini amaçlayan bir hayat yaşamasıdır. Kadim gelenekler ve dinler, genel olarak ölümden sonra bir hayatın olduğuna vurgu yaparak, hayatın süresini oldukça uzatırlar. Çünkü bu ebedi bir hayattır. Ahiretin varlığı direkt olarak birinci elden, dünya hayatını bir "imtihan" statüsüne kavuşturur. Böylece dünya hayatı uhrevi hayatın bir imkanı olarak ortaya çıkmaktadır. Her iki hayat arasında bir süreklilik bulunmakla birlikte, dünya hayatının anlamı, içeriğine yönelik bir perspektif, Kur'an-ı Kerim'in insana kazandırmaya çalıştığı bir çerçeve olarak görülebilir. Kur'an, dünya hayatının geçiciliğinin öncelikle altını çizerken, ahireti kalıcı bir yurt, varılacak yegane mekan olarak öne çıkarmaktadır (Bakara, 36-40).
Doç. Dr. Mustafa Tekin