administrator
KRİTİK VE ANALİTİK DÜŞÜNME (KAD) NEDİR, NEDEN GEREKLİDİR?
KAD NEDİR?
Kritik ve analitik düşünme (KAD) zihinsel işlevlerin kullanıldığı bilişsel bir aktivitedir.
Dikkat, hafıza, muhakeme, algılama ve çıkarsama yapma gibi bir dizi zihinsel surecin eşgüdüm içinde etkileştiği bir süreçler bütünüdür.
Seçme, kategorize etme, tümevarım, tümdengelme, mecaz, benzetme, ayrıştırma ve soyutlama gibi kritik ve analitik düşünmenin diğer bileşenlerinden de söz edebiliriz.
Günlük yaşantımızdaki olağan, sıradan, istemsiz, sistemsiz düşünmeden farklı; bilinçli, ilmi, hür düşünmedir.
KAD NEDEN GEREKLİDİR?
"Kendimizi, genç ya da ihtiyar, kadın ya da erkek ayırımı yapmadan, suni mazeretler üretmeden, her gün, her an eğitip, sürekli geliştirmeliyiz.
Analitik ve kritik düşünmeyi öğreten kitapları alıp anlayarak okuyup, günlük hayatımızda tatbik etmeliyiz. Bugünden itibaren, daima ayarını doğru yola göre kontrol ve teftiş edip düzenleyeceğimiz, kişisel hayat planımızı yapmalıyız. Ãnce hakkı bilmeliyiz, o zaman kimin hak olduğunu anlarız. O adamın bu adamın peşinde koşmamalıyız. Bir takım şeylere körü körüne bağlanmamalıyız. Hür olmalı, tek başımıza da olsa kendimizi, dünya da kalmış tek kişi olduğunu düşünerek, Haktan ayrılmadan, yapacaklarımızı kendimiz tespit etmeli ve yapmalıyız.
Yetişmiş meslek erbabı insanların, münevverlerin, mütehassısların, eğiticilerin, tüccar ve sanayicilerin neticede aklı eren her iyi niyet sahibinin, dünya gidişatını yönlendirmeye çalışan sistem ve organizasyonları daha iyi tanıyıp politikalarını ve neticelerini hesap edebilmeleri için, kritik-analitik düşünmeyi öğrenmelerine destek olmamız lazım. Gelişmeleri doğru değerlendirme ve anlama yeteneği geliştikçe iyi insanların dünya politikalarında daha aktif ve belirleyici rol almaları ve iyiliği ön plana çıkarma fırsatları doğacaktır. Dolayısıyla herkes kendi işiyle meşgul olsun kavramını; iyiler, gidişatı kendi istikballeri açısından kavrayıp doğru olan yöne gelişmeleri yönlendirsin diye kampanyalar yapmamız lazım.
Bilgilerimizi, inançlarımızı, amellerimizi, düşünce, duygu ve kanaatlerimizi, davranışlarımızı, fikri ve ruhi yapımızı sağlam, sahih, ana kaynaklara uygun hale getirmeliyiz. Bu amaçla kendimizi sürekli sorgulamalıyız. Bilgi dağarcığımızı delillerle, ilmi dayanaklarla zenginleştirmeliyiz. Her türlü hurafeden, bidatlerden, yozlaşmış geleneklerden ve çağdaş yanılgılardan, fitnelerden uzak durmalıyız. Böylece, sloganik düşünce ve söylem tarzından uzak, derinlikli bir düşünce bütünlüğü kazanabiliriz."
M. Nureddin COŞAN
"Bizi ayaklarımıza baktırıp, bize tokat atmak isteyenlerin niyetini anlamak ve gereğini yapmaktır."
Muharrem Nureddin COŞAN
Bilgi hazinedir. İnsanın bilgisinin miktarı ne kadar çok olursa, o bilgiyi fayda sağlamak niyetiyle kullanması ve o kullanma neticesinde verimi de o kadar artar.
M. Nureddin Coşan
Sevgi, bizim benimsediğimiz eğitim metodunun ana unsurlarından birisidir. Biz sevgi metodunu kullanarak insanlarla birikimimizi paylaşmayı tercih ediyoruz.
Akra Fm'de Zinde Başkanı Emin Çınar İle KAD Söyleşisi
AKRA FM'e konuk olan Zinde Sosyal Gelişim Derneği Başkanı Emin Çınar, dünya ve ahiret mutluluğu için fertlerin Kritik Analitik Düşünme sistemini yaşam tarzı haline getirerek hayatını anlamlandırması gerektiğini belirterek, İki nefes arasındaki zamanda bile kulluk bilincini kaybetmeden Yaratıcımızı sevmeyi ve Onun isteklerini yerine getirmeyi hayatımızın gayesi haline getirmeliyiz dedi.
Emin Çınar, KAD sistematiği çerçevesinde herkesin şu türden sorulara cevap araması gerektiğini vurguladı: Irak dün neden istila edildi? Bugün israil niçin Gazzeâde Müslüman katliamı yapıyor?
Petrol fiyatları birkaç ayda 170 dolara nasıl çıktı, şimdi neden 40-50 dolarda?
Ekonomik kriz kimin icadı? Bu kriz kime zarar verdi, kim kazançlı çıktı?
Bu dünyaya niye geldik? Yaşadığımız hayatın anlamı ne? Neden ölüm var? Ölmemek elimizde değilse ölüme nasıl hazırlanmalıyız? İç dünyamızı mahveden hastalıklardan nasıl kurtuluruz? Mutlu ve dengeli bir hayat nasıl yaşanır? Hayat kılavuzumuz Kur'ân ne diyor? Uygulayıcısı Hz. Peygamber (sas) nasıl yaşamış?..
Zinde Sosyal Gelişim Derneğinin hayata geçirdiği projelerden olan Kritik Analitik Düşünme radyo programı, yeni yayın döneminde AKRA FMde devam ediyor.
Kritik Analitik Düşünme (KAD) radyo programında; Düşünmek nedir? Düşünmeyi etkileyen faktörler nelerdir? KAD sistematiği ve yöntemleri gibi konular teorik olarak işleniyor, gündemdeki olaylar Kritik Analitik Düşünme sistematiği çerçevesinde uzmanlarla değerlendiriliyor.
Kritik Analitik Düşünme becerisinin kazandırılması ile ilgili kitapların da ilerleyen dönemde tavsiye edileceği program, KAD Platformu Koordinatörü Av. Taner Ürkmezin ev sahipliğinde iki hafta bir cumartesi günleri saat 19.00âda radyo dinleyicileriyle buluşuyor. (Detaylı bilgi için www.akradyo.net )
KAD platformu programının bu haftaki konuğu, bir süre önce Avustralyaya seyahat eden ve Muharrem Nureddin Coşan Hocaefendi ile görüşmeler yapan Zinde Sosyal Gelişim Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Emin Çınar oldu.
Av. Taner Ürkmezin, KAD sistematiği nedir? sorusuna Zinde Başkanı Emin Çınar, Avustralya ziyareti esnasında Muhterem Muharrem Nureddin Coşan Hocaefendi ile Kritik Analitik Düşünme sistematiğini detaylı şekilde konuşma imkânımız oldu. Bu görüşme esnasında gündeme gelen hususları, benim algılayabildiğim kadarıyla aktarmak ve paylaşmak isterim.Kritik Analitik Düşünme; sistemli bir şekilde düşünme becerisidir. Sistemli düşünme becerisini kazandığımızda ve düşünmeye başladığımızda; duyarsızlıktan kurtulup duyarlı hale geliriz. Pasiflikten kurtulur aktif hale geliriz. Olayları analiz ederek detayları görür, kritik ederek doğru sonuçları bulmaya çalışırız. Alternatifler geliştirerek olayların bizi etkilemesini önler, her zaman doğruyu bulmaya çalışarak yanlışa düşmekten ve zarar görmekten kurtuluruz dedi.
Kritik analitik düşünme yaklaşımının kazanılmasıyla ilgili süreci İnsanlar cevaplarını bulmak zorunda oldukları problemlerle karşılaştıklarında düşünmeye başlar ve bu düşünme süreci onları araştırma yapmaya sevk eder. Yaptıkları araştırma ise onların bilgilerinin artmasına sebep olur ve bu bilgiler de onları bilinçli hale getirir şeklinde açıklayan Zinde Başkanı Emin Çınar, Sözgelimi, son zamanlarda insanlar kaliteli, sağlıklı, hastalıklardan uzak bir hayat sürebilmek için sağlıklı yaşamanın sırlarını araştırmaya başladı. Daha önceleri böyle bir arayış içinde değillerdi. Kalp rahatsızlıkları, damar tıkanıklıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, çeşitli kanser türleri, obezite gibi hastalıklar insanları endişelendirmeye başladı. Bunlar, son zamanlarda gündeme getirilerek tartışılmaya başlandı. Artık bu hastalıklardan korunma yolları araştırılıyor. Ve bir sağlıklı yaşam bilinci kendiliğinden oluşuyor. Bundan belki otuz sene önce sağlıklı yaşamı dikkate almazken şimdi nasıl bu konuda bilinçlendiyse insanlar, yakın zamanda Kritik Analitik Düşünme sistematiğinin de en az sağlıklı yaşam kadar önemli olduğunu anlayacaklar diye konuştu.
AKRA FM'in program yapımcısı Av. Taner Ürkmezin, İnsanoğlu, dünya hayatında daha iyi ve kaliteli yaşamak istediğinden dolayı sağlıklı yaşam bilinci oluştu. Sağlıklı düşünüp karar verebilmesi içinde KAD'ı öğrenmesi gerekiyor diyebilir miyiz? sorusu üzerine Zinde Başkanı Emin Çınar şöyle konuştu:
Kritik Analitik Düşünmeyi tarif ederken, düşünmeye başladığımızda duyarsızlıktan kurtulup duyarlı hale geliriz demiştik. İnsanlar nasıl bir hayat yaşadıklarını düşünmeye başladılar ve bu düşünce onları hayatları ile ilgili duyarlı hale getirdi. Bildiğimiz gibi hayatımız, sadece dünya hayatı ile sınırlı değil, ölümle başlayan sonsuz bir hayat bizi bekliyor. Hem ayrıca insan, sadece etten, kemikten, kastan ve yağdan oluşmuyor. İnsanın hisleri, duyguları var. İç âlemi, kalbi ve ruhu var. Sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi esasen bu duyguların da sağlam kaynaktan beslenmesiyle mümkün olabilir. Stres, sıkıntı, sabırsızlık, hırs, kıskançlık gibi iç dünyamızı etkileyen hastalıklar, sağlıklı bir hayat sürmemizi engeller, üstelik bu hastalıklar sonsuz hayatımıza da zarar verir. İşte nasıl sağlıklı bir yaşam için üç beyaz zehirden; undan, tuzdan ve şekerden zararlı diye uzak duruyorsak. âHidrojenize edilmiş yağlar damar tıkanıklıklarına sebep olup kalp krizi riski oluşturuyorâ bilinciyle bugün nasıl aldığımız bir ürünün etiketini kontrol ediyorsak, bu bilinç zamanla bizde nasıl oluşmuş ise aynı şekilde bizim maneviyatımızı, ruhumuzu ve iç dünyamızı etkileyen zararlılardan da uzak durma bilinci hepimizde gelişmelidir.
Bu nedenle, muhterem M. Nureddin Coşan Hocamız, Sağlıklı yaşamın bugünün insanının gündemine gelmesi gibi, Kritik Analitik Düşünmenin (KAD) de belki en kısa zamanda tüm boyutlarıyla veya zaman içerisinde ortaya çıkacak olumlu tüm yönleriyle insanların gündemine taşınması bizim için önemli bir kazanım olacaktırâifadesini kullanmaktadır.
Av. Taner Ürkmezin, İnsanların gündemine Kritik Analitik Düşünme (KAD) nasıl taşınabilir, bunun için neler yapmayı planlıyorsunuz? şeklindeki sorusu üzerine Emin Çınar,Düşünme ile ilgili birçok ayeti kerime ve hadisi şerif vardır. Muhterem Muharrem Nureddin Coşan Hocaefendi de İnsanlar hayatlarını sorgulayarak anlamlandırmaya başladıklarında KAD sistemi bir hayat tarzı haline gelmeye başlayacaktırâ şeklinde yaklaşmaktadır.
Dünyaya niçin geldik, yaşadığımız hayatın anlamı ne, neden ölüm var, ölmemek elimizde mi, ne zaman öleceğiz, ölüme nasıl hazırlanmalıyız, iç dünyamızı mahveden hastalıklardan nasıl kurtuluruz, saadet ve huzur nerede, mutlu ve dengeli bir hayat nasıl yaşanır, hayat kılavuzumuz ne diyor, Uygulayıcısı nasıl yaşamış, beden ve ruh nasıl durulup saadete ve huzura kavuşur? gibi soruları insanlar kendilerine sormalı bilinçli bir şekilde bunların cevaplarını düşünmelidir. İşte biz değişik şekillerde bu tür sorularla insanları baş başa bırakmayı, onları düşünmeye zorlamayı ve bunu da kampanyalarla yapmayı düşünüyoruz. M. Nureddin Coşan Hocamız bu konuda, şu an uygulamak istediğimiz Kritik Analitik Düşünme (KAD) metodu, netice itibariyle klasik yöntemlere ek olarak Yaratıcımızı bulmak, Onu sevmek, Onun isteklerini yerine getirmeyi hayatımızın hedefi haline, gayesi haline dönüştürmek olmalıdır ifadesi meseleyi özetlemektedir diye konuştu.
Taner Ürkmez'in Dünya gidişatını yönlendirenler var, bu durumun Kritik Analitik Düşünme ile bağlantısı nasıl kurulabilir? sorusuna Emin Çınar, AKRA FM mikrofonlarından şu şekilde cevap verdi:
Hepimiz toplum içinde yaşayan fertleriz. Yaşanan olaylar hayatımızın bir parçası ve her yönüyle bizi de ilgilendiriyor. Toplumsal olaylar var. Sosyal olaylar var. Hele çağımızda artık tüm dünya ile beraber bir etkileşim içindeyiz. Niçin birileri durmadan ortalığı karıştırıp duruyor? Irakâta dün niçin istila edildi? Bugün israil niçin Müslüman katliamı yapıyor? PKK kimin için ne istiyor? Kuzey Irakâte neler oluyor? Petrol fiyatları birdenbire 170 dolara nasıl çıktı, şimdi neden 40-50 dolara indi? Ekonomik kriz kimin icadı? Bu kriz kime zarar verdi, kim kazandı? Bazı olaylar bizim isteğimizin dışında gelişiyor ve bize zarar veriyorsa bunlarla ilgili tespitlerimizi yapmamız lazım. Ãünkü kaynaklarımız, zenginliklerimiz, varlıklarımız birileri tarafından biz farkında olmadan elimizden alınıyor. İşte bu noktada kaliteli düşünme dediğimiz, sistemli düşünme dediğimiz, yeteneğimiz devreye girmeli yani Kritik Analitik Düşünme (KAD) bizi doğru sonuçlara götürmeli, olayları lehimize yönlendirme fırsatı ve zamanı kazandırmalıdır. Bu bilinçle hareket ettiğimiz zaman, kontrolümüz dışında gelişen olayları fark ederek ulaşacağı sonucu önceden öngörebilir ve bu sayede gerekli önlemleri alabiliriz. Sebep ve sonuç ilişkisi kurarak gidişatın lehimize mi aleyhimize mi sonuçlanacağını tahmin edebiliriz. Aleyhimize sonuçlanacak gibiyse bunu faydaya çevirmeye çalışarak zararı azaltabiliriz. Lehimize sonuçlanacaksa faydayı artırıcı alternatifler geliştirebiliriz. Olayın akış süreci içinde muhtemel gelişmeleri tesbit ederek bu gelişmelere göre stratejiler oluşturabiliriz.
Kritik Analitik Düşünme (KAD) sistemi, hayatımızı etkileyecek sarsıntılardan, ön uyarı sistemleri gibi bizi uyarmalıdır. Bilinçaltı oluşumlar ve fiziki donelerle bunu otomatik olarak yapacak düzeye gelebilmemiz lazım.
Taner Ürkmez'in, Kritik Analitik Düşünme ile ilgili ne tür kampanyalar yapılmalı ki doğru ve faydalı sonuçlara ulaşabilelim? sorusu üzerine Zinde Başkanı Emin Çınar şu bilgileri verdi:
Konuşmamızın bir bölümünde bahsettiğim gibi, dünyaya niçin geldik? Yaşadığımız hayatın anlamı ne? Neden ölüm var? Ölmemek elimizde değilse ölüme nasıl hazırlanmalıyız? İç dünyamızı mahveden hastalıklardan nasıl kurtuluruz?
Mutlu ve dengeli bir hayat nasıl yaşanır? Hayat kılavuzumuz Kur'ân ne diyor? Uygulayıcısı Hz. Peygamber (sas) nasıl yaşamış? Beden ve ruh, nasıl durulup da saadete ve huzura kavuşur? İşte biz değişik şekillerde bu tür sorularla insanları baş başa bırakmayı, onları düşünmeye zorlamayı ve bunu da kampanyalarla yapmayı planlıyoruz. Ayrıca, insanların kontrolleri dışında gelişen, maddi kayıplara sebep olan, sağlıkları ile ilgili olumsuzluklar oluşturan ve onları manevi sıkıntılara sokan sebeplerle alakalı, doneler tesbit edip bu doneleri halkımızla paylaşarak kampanyalar yapacağız. Dünya ve ahiret hayatımız için KAD sistemini yaşam tarzı haline getirerek hayatımızı anlamlandırmalıyız.
Her anın çok kıymetli olduğunu unutmadan, iki nefes arasındaki zamanda bile kulluk bilincini kaybetmeden Yaratıcımızı sevmeyi ve Onun isteklerini yerine getirmeyi hayatımızın gayesi haline getirmeliyiz.
Bu önemli konuda Zinde Sosyal Gelişim Derneğini temsilen beni davetinizden dolayıAKRA FM kurucuları başta olmak üzere tüm AKRA FM çalışanlarına ve tüm dinleyicilerine sevgi, saygı ve hürmetlerimi iletirken söyleşimizi Muharrem Nureddin Coşan Hocamızdan bir aktarımla bitirmek istiyorum:"Allah rızasını kazanmada; tefekkürün yolunu açacak, feraset, basiret ve hikmete bizi taşıyacak, bir yol ve metod olarak, Kritik Analitik Düşünme sistemini hayat tarzı haline getirmeliyiz."
Kaynak: zinde.info
Kur'an'ın Anlamıyla Buluşmak (KAB) Nedir?
KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞMAK
Ey İnsanlar! Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerde olan (kötü duygulara, batıl inançlara, dert ve sıkıntı)lara bir şifa, inananlara bir yol gösterici ve bir rahmet (olan Kurân) gelmiştir.
(Yunus Suresi/57. Ayet)
Üzerinde iyiden iyiye düşünmek, okumak, anlamaya çalışmak ve anladıklarımızla, öğrendiklerimizle amel etmek üzere indirilmiş olan Kurân-ı Kerimi acaba ne kadar okuyoruz? Okuduklarımızı ne kadar anlamaya çalışıyoruz? Ve okuyup, anladıklarımızı ne kadar hayatımızda tatbik edebiliyoruz?
Acaba Kurân-ı Kerimi okumak demek, sadece Arapça mübarek kelimelerini tekrar etmek mi demektir? Rabbimizin İKRA emrinden kasdettiği murad bu mudur?
Acaba Allah Teala Hazretleri Kurân-ı Kerimi bize hatimler indirelim, sevap kazanalım diye mi indirmiştir?
Acaba Kurân-ı Kerim, sadece mübarek gecelerde Cuma gecesinde, Berat kandilinde, Ramazan ayında okuyalım diye mi indirilmiştir?
Acaba Kurân-ı Kerime saygı göstermek demek, onu belimizden yukarıda tutmak, onu duvarda işlemeli örtüler içinde muhafaza etmekle mi hasıl olur?
Yoksa Rabbimiz bu kitabı ölülerimizin ardından okuyalım diye mi indirmiştir?
Yoksa Kurâna dokunursak çarpılır mıyız?
Kurân-ı Kerime abdestsiz dokunabilir miyiz?
Acaba Kurân-ı Kerim bizim kutsal kitabımız olmasının öncesinde kılavuz kitabımız değil mi?
Kurân-ı Kerim sadece hocalar mı anlayabilir? Biz anlayamaz mıyız? O zaman neden,
Andolsun ki, biz, Kurânı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Hani düşünüp öğüt alan (yok mu?) (Kamer Suresi/17.Ayet) buyuruluyor?
Türk halkının % 94'ünün evinde Kurân-ı Kerim varken, % 78'inin evinde meal ya da tefsir varken, 1/3'i Arapça orijinalinden okuyabiliyorken, acaba neden sadece ve sadece % 5'i Kurânı anlamanın gayreti içerisinde kaynaklara başvuruyor? Oku emriyle başlayan kitap acaba neden okunmuyor?
Hayat kılavuzumuz kitabımızı gereği gibi okumanın, okuduklarımızı anlamanın, anladıklarımızı ihlasla uygulamanın, uyguladığımız güzellikleri de tüm insanlara ulaştırmanın idealiyle yola çıkan platformumuz bütün bunları yaparken olmazsa olmaz şartın bu dinin önderi Hz. Muhammed Mustafaya (sav) tabi olmaktan geçtiği bilinciyle hareket etmektedir. Çünkü Kurân-ı Kerimi en iyi anlayan odur. Çünkü Kurân-ı Kerim ona indirilmiştir. Çünkü onun ahlakı Kurândı.
KAB Platformu tarafından, Kur'ân'ın indiriliş sebebinin ve Allahın bizden muradının daha iyi anlaşılması için sade ve anlaşılır bir Türkçe ile yazılan ve uzun yılların emeği ve birikimiyle Hasan Tahsin Feyizli tarafından hazırlanan Feyzül Furkan Kurân-ı Kerim Meali tavsiye edilmektedir.
(Kurân) mübarek bir kitaptır ki, onu sana ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve aklı olanlar öğüt (ve ibret) alsınlar diye indirdik. ( Sad Suresi/29. Ayet)
RUHUN MAHİYETİ
RUHUN MAHİYETİ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır
Öteden beri ruhun mahiyeti hakkında söz söyleyenler bunu başlıca üç ayrı bakış açısından düşünmüşlerdir. Bu da hareket, hayat ve idraktir. Herşeyden önce ruh bir hareketin başlangıcı olarak tasavvur edilmiştir. Bizzat harekete geçiren her hareket ettirici kuvvet bir ruh, her hareket eden şey de onun eseri kabul edilmiştir. Buna göre, hiçbir hareket yoktur ki, bir ruh ile ilgili olmasın. şu kadar var ki, bizzat hareket ettirenler doğrudan doğruya, dolaylı olarak hareket edenler de yine dolaylı yollardan bir ruha bağlı sayılırlar. Bu anlamda ruh, kayıtsız şartsız kuvvet karşılığı bir mânâya gelir. İster yalın halde olsun, ister çok yönlü olsun, ister şuurlu, ister şuursuz olsun, ister iradeli, ister iradesiz olsun hadd-i zatında harekete geçirme özelliği bulunan her kuvvet bir ruhtur. Frenkler dinler tarihiyle ilgili araştırmalarda bu görüşe "Animizm" adını vermişlerdir. Lakin ruhun bu mânâsı genel değildir. Bu hareketi, iradeli hareketlere tahsis edecek olursak, o zaman ikinci ve üçüncü mânâlara benzer veya eşdeğer veyahut daha özel bir amelî ve ahlâkî ruh mânâsı ifade etmiş oluruz. Çünkü iradeli hareket, hayat ve idrak ile eş anlamlı, hatta onlardan daha fazla özelliğe sahiptir.
İkinci olarak ruh, bir hayat kaynağı olarak tasavvur olunmuştur ki, bu birinciden daha özel bir anlayıştır. Zira hareket, hayatın belli başlı şartlarından sadece biridir. Her hayatta bir hareket vardır. Fakat burada hayattan maksat genel anlamda canlıların sahip olduğu hayattır. Çünkü bitkilere ait hayata hayat denmesi bu mânâya uygun olduğundan değildir. Zira bitkilerin hayatında bir yerden bir yere kitle halinde hareket yoktur. En meşhur mânâsıyle ruh denilince işte bu hayat kaynağı anlaşılır ve ruh bizatihi mevcut ve bizatihi canlı bir kaynak olmak üzere tarif olunur ki, Râğıp da bunu ifade etmiş demektir.
Üçüncü olarak ruh, gerek cüz'î, gerek küllî bir idrak mebdei (noktası) olarak kabul olunmuştur ki, bu da ikinci görüşten daha özeldir. Zira hayat idrakin şartlarından biridir. Daha doğrusu idrak dediğimiz şey, algılama derecelerine göre hayatın bir eseridir. Demek ki, idrak sahibi her ruh canlıdır ve her canlı kendi kendine hareket etme güç ve kabiliyetine sahiptir. Bununla beraber her hareket edenin veya hareket ettirenin bu anlamda canlı olması lazım gelmeyeceği gibi, her canlının da idrak sahibi olması göz önünde bulundurulacak bir noktadır. Bu suretle ruh veya canlı denildiği zaman şuurun ilk mertebesinden akla ve kudsî kuvvete varıncaya kadar derece derece farklı mertebeleri yüklenebilen ve vücudun aslî ve gölgesel ikiliğini içine alan şuur ve idrak kaynağı kastedilir ki, bazılarına göre irade ve kendi kendine hareket etmek gibi hususlar bunun teferruatından sayılır. Bununla beraber duygu ve şuur, ruhun en genel belirleyici özelliğidir. İrade ve hareketin yalnızca şuura bağlı özellikler olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu takdirde akıl, ruhun en ileri ve en mükemmel görünümü olmuş olacaktır. Halbuki iradenin şuur veya akıl beraberliği kabul edilse bile, bedende olan öteki belirtilerden daha üstün bir değere sahip bulunduğunda şüphe yoktur. Akla mahkum iradeler bulunduğu gibi, şehvet ve heveslere mahkum akıllar da vardır.
Şu halde ruh denildiği zaman his ve şuur, akıl ve idrak güçlerinden başka irade gücü gibi özellikleri de içine alan daha geniş ve etraflı bir hayat cevheri anlaşılmak lazım gelir. Gerçekte de ruh ilminden bahsedenler, ruhun hem nazarî, hem amelî kabiliyetlerini göz önünde bulundurmaya mecbur kalmışlardır. Asrımızın ruh ilmi (psikoloji) kitaplarında şuur, ruhun en umumî hadisesi kabul olunmaktadır. Bununla birlikte ruhî kuvvetler: Acı duyma, tad alma, hoşlanma ve nefret gibi duyusal kuvvetler; idrak, düşünce, tasarı ve tasavvurlar gibi zihinsel ve aklî kuvvetler; istek ve irade gibi harekete geçirici kuvvetler olmak üzere başlıca üç ana kuvvenin kaynağı olarak düşünülmektedir. O halde kendine mahsus anlamıyla ruh denilirken kendiliğinden hareket edebilme, daha doğrusu kendi kendini hareket ettirebilme, canlılık ve idrak gibi özelliklerin üçü birden göz önünde bulundurulmalıdır. Yani ruh, hayatın da, hareketin de, idrakin de esas sahibi olan bir varlıktır. Eğer hayat kelimesi, sadece bir yönü ile alınmayıp bu üçünün de temsilcisi olarak alınacak olursa, o zaman bizatihi mevcut ve lizatihi canlı şeklinde tarif aynı mânâyı ifade ederek, en özel anlamıyla ruhun en aşağı mertebesini göstermiş olur. Aslında biz, duyu organları gelişmiş yüksek canlılarda ve bilhassa insanda bu üçünün birleştiğini görüyoruz. şu halde herkesin bildiği ve anladığı meşhur şekliyle ruhun en alt seviyedeki mânâsı canlılık olarak kabul edilir ve her kuvvete de ruh denilmez. Hayatın anlamı ne kadar yükselirse, ruhun mânâsı da o ölçüde yükselmiş olur. Daha doğrusu ruh ne ölçüde yükselirse hayatın mânâsı da o ölçüde yükselir ve özellik kazanır.
Genel anlamıyla ruhun, katı ve hareketsiz olan maddeye zıt bir varlık olduğu açıktır. En ilkel şekliyle madde ruhsuz bulunabilir, fakat bu mânâda ruhsuz bir cisim var mıdır? Bu husus münakaşa edilebilirse de ilkel maddeden meydana gelmiş olan her cisim terkibi ve teşekkülü bakımından bizzat bir kuvvete ve bir ilk harekete sahip olmak durumunda bulunduğundan her cisimde, genel anlamda bir ruh zaten var demektir. Fakat özel anlamda ele alındığı zaman, ruhsuz cisimlerin varlığından şüphe etmeyiz. Zira nice canlıların, ruhtan ayrıldığı zaman öldüklerini görmekteyiz. Demek ki ruhun cisimden ayrılmasıyla ayrıcalık kazanacağı şüphe edilecek bir şey değildir. Fakat esas itibariyle ruhun öz cevheri ile maddenin öz cevheri birbirinden apayrı varlıklar olarak âlemde iki ayrı cins cevher var mıdır? Yoksa maddenin cevheri ruhun cevherine veyahut ruhun cevheri maddenin cevherine râci olmak üzere yalnızca bir tek çeşit cevher mi vardır? Yani kâinat âleminden cisimlerin cevheri büsbütün kaldırıldığı farzolunsa, ruhlar da ortadan kalkar mı? Yahut aksine ruhun cevheri ortadan kalksa, maddî cisimler de büsbütün yok olur, ortadan kalkar mı? Yoksa birisi diğerinden ayrı olarak varlığını sürdürebilir mi?
Felsefe dalında her birinin taraftarı ve savunucuları bulunan çeşitli nazariyelerden şimdilik vazgeçerek şu kadarını söyleyelim ki ruhun, cevheri ve öz varlığı ne olursa olsun, nev'inin hakikatı, hatta bir tek nevi içinde çeşitli mertebeleri bulunduğu şüphe götürmez bir gerçektir: İnsanların diğer canlılardan farkı, ruhlarının kendi nev'ine mahsus özelliğinden dolayı olduğu gibi, beşerin çeşitli sınıf ve fertleri arasındaki fark da en azından ruh mertebelerinin çokluğunu göstermektedir. Genellikle Peygamberler ise derece farklarıyla birlikte, Ãdem kıssasından anlaşıldığı üzere, ilk fıtrata nazaran, beşer nev'i içinde Allah'ın halifeliğine mazhar olmuş yüksek bir ruh derecesine sahip kimselerdir. Bu yüzdendir ki, âdeta kendi nevilerinin üstünde sayılabilecek bir ayrıcalıkları vardır. Bu yüksek ruh asaletine sahip bulunmalarının yanında ilâhî te'yide de mazhar olmaları onları, hem bilgi ve idrak yönünden, hem de tasarruf gücü demek olan iradeyi harekete geçirme yönünden ve bazan ikisiyle birden ruh mertebelerinin en yücelerine eriştiren tecellilere mazhar kılar. Bu tecellilerden her biri, beşerin alışılmış ruhî davranışlarından çok farklı ve üstün özellikler taşır. İşte bu özellikler o peygamberlerin, çeşitli kademelerde mucizelerini meydana getirirler. Bundan dolayıdır ki, peygamberlere mahsus bilgiler, beşer aklının tekrara ve tecrübeye dayalı olarak elde ettiği alışılmış bilgi ve idraklerin üstünde bir ilim, tasarruflarında da yine normal insanların sahib olabildikleri tasarrufun üstünde bir kudret ve irade zuhur edegelmiştir. Bunun için ruhların bizzat Allah'a izafetle sonuçlanan alışılmış ve alışılmamış bütün güçlerini, çeşit ve mertebelerini bir bütün olarak dikkate almayanlar veya alamayanlar, ruhun en yüksek mertebesini aklın en aşağı mertebesi açısından ele alarak, harika denilen garip ve nadir olayları, daima alışılmışa şartlanmış aklın en aşağı ölçüsüyle çözmeye çalışanlar, peygamberlerin mucizeleri karşısında hep inkâr ve te'vil yoluna sapmışlardır.
Diğer bir kısım insanlar da mucizeler nazariyesine sarılarak, genellikle aklın ve ilmin konusuna giren kesin gerçekleri inkâr etmeye ve görmezlikten gelmeye çalışmışlardır. Bunların birincisi ifrat, ikincisi ise tefrittir. Yaratılışın bütün sır ve inceliklerini, ne tekdüze tekrarlara dayanan prensiplere bağlı olarak deneysel ilmin ve fennin belli sınırları içine hapsetmeğe hakkımız var, ne de aklın ve ilmin kural ve ilkelerini bir kenara iterek, herşeyi yalnızca harikalarla açıklamağa hakkımız vardır. İlmî araştırmalarla ortaya konan yeni yeni buluşlar, ilmin ve fennin sonu olmayan bir genişliğe sahip bulunduğunu gösteriyor. Bu husus inkâr kabul etmez bir gerçektir. Ayrıca normal aklın, ilim ve fennin hiçbir zaman inkâr edilemiyecek değişmez ve kesin hakikatleri içerdiği de bilinmelidir.
Şunu da belirtelim ki, sebeplilik (nedensellik) ve çelişmezlik kanunları işte bu çeşit hakikatlerdendir. Bilgi denilen şey, daha ziyade tekdüze tekrarlara bağlı olarak, deneme yanılma sonucunda teşekkül eder. Ancak kâinatta değişim ve gelişim denilen bir ilke daha vardır. Halbuki her değişim, ilk meydana çıkışında, normal dediğimiz tekdüze tekrara dayanan oluşlara karşı bir hamle ve bir isyan sayılır. Bu yüzden de bir harikuladelik ifade eder. Bunun için, ilmî sonuçlara dayanan imanın yanında mucizeye dayanan imanın, irade olayı açısından çok önemli bir yeri vardır. Ãok zamanlar görülmüştür ki, ilim adamlarının kendi konuları dışındaki iş ve çabalarda iradeleri oldukça zayıftır, hatta büsbütün yok denilecek kadar azdır. Kendi tecrübemize dayalı olarak elde ettiğimiz bilgiler, bizde irade olayının teşekkülüne ve güçlenmesine katkıda bulunmuyorlar. Buna karşılık hiçbir ilmî ölçüden haberi olmayan bazı cahiller, ilim adamlarının göze alamayacağı işleri yapabilecek güçlü iradeler gösteriyorlar. Bu husus nazarî olarak herkesçe kabul edilse bile tatbikatta iradenin, hiçbir bilgiye ihtiyaç göstermeyen imandan kaynaklandığı ve oradan kuvvet aldığı gözleniyor. Bu da normal ilmin sonuçlarına inanmaktan değil, mucizeye inanmaktan doğuyor. İslâm dini, bu hakikati tesbit ve ahlâkı yüceltmek için, ilmin ve aklın kurallarına önem vermekle beraber, imanı gerektiren mucizelere de yer vermiştir. Bu sebeple hakikî din adamlarının bilgileri, kendi iradelerini zayıflatmaz. Onlar ilmin ve aklın alanına giren konularda normali kabul ederler, olağanüstü hallerde mucizeye de inanırlar. Normal insanların sevindikleri konularda onların korktuğu ve endişeye kapıldığı, halkın üzülüp ağladıkları noktalarda ise onların ümide ve iyimserliğe kapıldıkları yönler bulunur. Hasılı insan ruhunda ümitsizlik ve korkuyu kısmen de olsa yok etmek için mucizelerin pek büyük etkisi vardır. Sırf aklî ve mantıkî düşünenlerin karamsarlıktan başka birşey göremedikleri kapkaranlık zamanlarda mucizeye iman, böyle ayrılık günlerinde parlayan sevgi güneşi gibi, azim ve iradeye musallat olmuş karamsarlığın paslarını silip süpürmeye yeter de artar bile. Fakat şurası unutulmamalıdır ki, mucize ve harikalara iman, bir genel ilke gibi ele alınamaz. Zaten isminden de anlaşılacağı gibi, bunun yalnızca özel ve olağanüstü hallere mahsus bir ilke olduğu kesindir. Normal haller için aslolan aklın ve ilmin kurallarıdır. Ne dine, ne ilme önem vermeden, her an harika peşinde koşanlar ve daima yeni görüş ve fikirlerle yaşamak isteyenler, hiçbir zaman ilkellikten kurtulamazlar ve insanlar arasında bağlantı sağlayan sosyal kurallar ve ahlâkî kaideler bırakmayacak kadar cahil, sapık, başıbozuk ve baştan çıkarıcı bir hayat tarzına mahkum olurlar. Bundan dolayıdır ki, Kur'ân mucizesiyle ortaya konmuş bulunan cihanşumul hükümler ve doğrular, kevnî mucize denilen öteki harikulâde (olağanüstü) olayların üstünde bir anlam ve değer taşırlar.
İşte peygamberlerin ruhları, mertebelerine göre bu iki cihetle özel olarak ilâhî desteklere mazhar kılınmışlardır. Bu ilâhî desteğin dış görüntülerinden birisi de onların ahlâklarıdır. Onların ruh mertebeleri, ahlâk bakımından ismet (günahsızlık) derecesine sahiptir. Bundan dolayıdır ki, İslâm inancı açısından peygamberlerin hepsi, çirkin ve alçaltıcı huy ve hareketlerden uzak ve yüce şahsiyetlerdir. Gerçi onlar için de beşeriyet gereği bazan zelle (ayak sürçmesi) ve hata mümkündür. Fakat onda ısrar ve istikrar (devamlılık) söz konusu değildir. Bu gibi şeyler Allah'ın yardımıyla hemen düzeltilir. Biz, eldeki Tevrat ve İncil nüshalarında geçmiş peygamberlere isnat edilen birtakım günah ve kabahatların, tahrifler sonucu olduğundan şüphe etmeyiz.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hak Dini Kur'an Dili, Bakara Suresi 87. ayetinin tefsirinden alınmıştır.
KUR'AN-I KERîM'İN HAYAT TASAVVURU
Kur'an-ı Kerim'i insan hayatının belirli bir boyutuna inhisar ettirme çabası, her şeyden önce Allah (cc), insan ve evren arasındaki ilişkilerin kapsamıyla bir tekabüliyet sorunu yaşayacaktır. Öte yandan bu inhisar ettirme çabasının, insanı, kısırlaştıracak denli bir boyutsuzlukla karşı karşıya getirdiğini zaten modern zamanlarda tecrübe etmiş durumdayız. Batı'daki Rönesans, reformlar ve aydınlanma düşünceleri ile kilise arasındaki gerilimin, son kertede Tanrı'ya hayattan el çektirmesi ile sonuçlanması, insan için hayatın birçok alanında vakum üretmişti. Başlangıçta bu vakumun hümanist bir temelde insani imkan ve enstrümanlarla doldurularak Tanrı yerine ikame olması beklenmişti. Erken modernleşme teorileri de insanın bilgisiyle keşfettiği alanlar genişledikçe, Tanrı'nın alanının daralacağını öngörmekteydi. Daha sonraki süreçte dünya ölçeğinde meydana gelen olaylar, doğrusu Tanrı'ya tekrar çağrı yapan imalar taşımaktaydı.
Aydınlanma'nın rasyonel bireyi, içinde gizem, sır, mistik ve mitikliğin olmadığı bir kozalite içerisinde tanımlanmıştı ve doğrusu oldukça da heyecan vericiydi. Fakat geldiğimiz noktada, batılı sosyologların ortak kanaati de odur ki, bu birey iflas etmiştir. Nitekim yeni dini hareketler adı altında dünyada boy gösteren olaylar, bunun üzerine oldukça bereketli malzeme taşırlar. Fallar, burçlar, gizemler, mitler, eskiden hurafe denilerek ötelenmeye çalışılan geleneksel dini anlayışlara rahmet okutacak mebzuliyette insan hayatında yer almaya başlamışlardır. İnsanlar, Tanrı'nın kilise ya da cami köşelerinde, insanın acziyeti ve inlemelerine bigane kalmasından memnun değildir ve O'nu tekrar hayatına geri çağırmaktadır aslında. Sorun; falların, burçların, çağdaş hurafelerin, gizemlerin, mitlerin sahte tanrılarının insan hayatını dinamitlemeden önce, gerçek Tanrı ile hayat içerisinde interaktif bir ilişkiye girebilmektedir. (Çünkü Tanrı da tabiata, dünyaya ve tarihe müdahildir.)
Hayatın Limit(sizliğ)i:
İnsanın kompleks bir yapıdan oluştuğunu söylemek, aynı zamanda onun çok boyutlu olduğunu ve bu boyutlar arasında girift bir ilişkiler ağının bulunduğunu da ifade etmek demektir. Hem insanın sahip olduğu kapasite ve aidiyetler, hem de insanı çevreleyen objeler ve onlarla ilişkiler, insan hayatının bu giriftliğinin çok boyutlu niteliğini anlatmak açısından iki temel noktadır. İnsanın cinsiyeti, yaşı, bedensel durumu, doğduğu yer, yaşadığı mekanı vb.nin yanı sıra kabilesi, milleti, sosyal sınıfı da "insan" kavramını çeşitlendirmektedir. Öte yandan toplum, ekonomi, kültür, çevre, fizik gibi insanı çevreleyen unsurlar da insan boyutlarının çeşitlenmesine katkıda bulunurlar. İnsanı bu farklılıkları ve boyutları içerisinde doğru olarak okuyabilmek ve taşıyabilmek, aynı zamanda gündelik olayların sağlıklı analizi açısından da elzemdir.
Tam da bu noktada Batı ve İslam düşüncesinde insan tanımlarına dair bir küçük kıyas verelim. Batı düşüncesi içerisinde geliştirilen "Homo-economicus", "Homo-Religious" vb. insan tanımları, aslında insanın farklı boyutlarının her birini diğerinden bağımsızlaştırarak ele alan tanımlardır. Yine mesela insanın "alet yapan", "düşünen", "politik" bir hayvan şeklinde nitelenmesi, temelde aynı zafiyeti taşıdığı gibi, daha da ötede insanı salt biyolojik bir mekanizmaya indirgeyerek "hayvan"la eşitlemektedir. Halbuki insan; iradesi, aklı ve değer üretimi ile hayvandan asli biçimde farklılaşmaktadır. Biz ise insanı ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel vb. boyutları olan bütünsel bir varlık olarak görmekteyiz ki, O, Adem'in çocukları olarak "Eşref-i mahlukat" olmaya da "Esfel-i Safilin" olmaya da uygun potansiyeller taşır. Batı düşüncesindeki insan tanımlarında, insanın farklı boyutları birbirinden bağımsızlaştırılarak belirli alanlara inhisar ettirilirken, İslam düşüncesi insanın farklı boyutları arasındaki giriftliğe ve ilişkilere dikkat çekmektedir. Aslında burada "pagan" ve "tevhid" anlayışının izlerini sezmek mümkündür.
Biz ara başlıkta geçen "hayatın limit(sizliğ)i" kavramsallaştırması ile insan hayatının çok boyutlu kapsamlılığına ve bu boyutlar arasında karşılıklı etkilere dayanan girift ilişkilerin olduğuna dikkat çekmek istiyoruz. Böyle bir dikkat çekişin temel sebebi de, insana külli hakikat konusunda bir yön gösterme ve perspektif belirleme iddiasında olan dinin ve onun somutlaşmış biçimi olan kutsal kitabın ve özelde Kur'an-ı Kerim'in, insan hayatına tüm boyutlarıyla değinmesinin bir zorunluluk olduğunu belirtmektir. şayet bir ilahi vahiyden bahsediyorsak, bunun her şeyden önce bir Tanrı-insan hiyerarşisine dayanması ve insana tüm boyutlarıyla değinmesi gerekmektedir. Bu açıdan Kur'an-ı Kerim'in aynı zamanda bir hayat kitabı olduğunu; hayata dair bir felsefe, perspektif ve ufuk geliştirdiğini görebilmek önemlidir.
Kur'an-ı Kerim'in Hayatı Kavrayışı:
Batı düşüncesi içerisinde geliştirilen "Homo-economicus", "Homo-Religious" vb. insan tanımları, aslında insanın farklı boyutlarının her birini diğerinden bağımsızlaştırarak ele alan tanımlardır. Yine mesela insanın "alet yapan", "düşünen", "politik" bir hayvan şeklinde nitelenmesi, temelde aynı zafiyeti taşıdığı gibi, daha da ötede insanı salt biyolojik bir mekanizmaya indirgeyerek "hayvan"la eşitlemektedir.
Kur'an-ı Kerim'in yirmi üç sene gibi bir zaman süreci içerisinde inzal olduğu sıklıkla söylenen bir gerçeği yansıtmaktadır. Bu cümlenin kanaatimizce en anlamlı vurgusu, Kur'an-ı Kerim'in mesajları ile toplumsal anlayış ve değişimler arasındaki paralelliklerdir. Dolayısıyla Kur'an ile hayat arasında diyalojik bir ilişki söz konusudur. Nitekim biz bunu Hz. Peygamber'in (s.a.s.) hayatında izleyebiliyoruz. Aliye İzzetbegoviç'in "Kur'an'ın bütün tefsirleri, onun Hadis'e yani hayata başvurulmadan anlaşılmaz olduğunu göstermektedir" (İzzet Begoviç, 1994; 239.) sözü bu bağlamda önemlidir.
Yukarıda zikrettiğimiz önermelerin birkaç noktaya gönderme yaptığını söyleyebiliriz. Öncelikle Kur'an, hayatın dekoderidir. O, kıyamete kadar geçerli olan evrensel prensipleri ihtiva ederken, bu prensiplerin tarihsel süreçte ve hayatın formları içerisinde bir açılımı söz konusudur. Dolayısıyla o, sadece bir dönemin hayatını değil, hayatın tüm dönemlerine yol gösterecek bir potansiyele sahiptir. İnsan hayatını tüm boyutlarıyla kuşatıcıdır ve hiçbir boyutunu dışarıda bırakmaz. Hayat da Kur'an-ı Kerim'in hem tarih üstü hem de tüm tarihsel dönemler boyunca bir açılım zeminidir.
Bu bağlamda Kur'an-ı Kerim'in zamana dayanıklı olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim zaman içinde tüketilemez. Bu bağlamda tarihsel kimi düşüncelerin özelde Kur'an-ı Kerim'i zaman açısından sorunsallaştırıcı yaklaşımları, zımnen onun hayata dair yetersizliğini iddia etmiş olmaktadır. Diğer yandan insanlığın bilgi birikiminin Kur'an'ı aşacağına/aştığına olan vurgular da gerçeği yansıtmamaktadır. Gerçekte Davies'in de belirttiği gibi, "Bilginin birikimi, hiçbir zaman kavramların anlamını tüketemez." (Davies, 1996; 85.) Bu açıdan da Kur'an hayatı kavramaktadır.
Kur'an-ı Kerim, insana hayata bakışta bir pespektif ve ufuk kazandırmak niyetindedir. O, hiçbir zaman insanı detaylarda boğmaz. Tam tersine hayatın anlamını; hayata, insana, topluma, evrene nasıl bakılması gerektiğini anlatır. Tanrı-insan, insan-insan, insan-çevre gibi temel unsurlar arasındaki ilişkileri ve hiyerarşileri kurar.
Kur'an-ı Kerim, insana hayata bakışta bir pespektif ve ufuk kazandırmak niyetindedir. O, hiçbir zaman insanı detaylarda boğmaz. Tam tersine hayatın anlamını; hayata, insana, topluma, evrene nasıl bakılması gerektiğini anlatır. Tanrı-insan, insan-insan, insan-çevre gibi temel unsurlar arasındaki ilişkileri ve hiyerarşileri kurar.
şunu çok iyi bilmekteyiz ki; objeler dünyasının kendinden menkul bize sundukları bir anlam yoktur. Eşyadan hareket, son kertede bir materyalizm ve hedonizm üretmektedir. Kur'an-ı Kerim, ancak Allah'ın (cc) ezeli ve ebedi varlık olduğunu; insanı ve evreni yarattığını, kulluğun insana temel bir görev olarak yüklendiğini; ölümden sonra bir hayatın varlığını belirtmektedir. Bu çerçevede dünya; ahireti kazanmanın bir imkanı ve geçici bir konaklama yeridir (Bakara, 36). Hayat; ancak tümüyle Allah'a (cc) vakfedildiği asli anlamına uygun yaşanır. Bunun dışındakiler "aldatma", "iğva" ve "geçicilik" Öte yandan Kur'an-ı Kerim, insanın üzerinde yaratıldığı "fıtrat" bağlamında onu okumakta, fıtratıyla paralel bir hayat tasavvuru sunmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in Hayat Tasavvuru:
"Hayat" kavramı üzerinde yapılan tartışmalardan en önemlisi, onun sınırlarına dair olandır. İnsan doğduktan itibaren bir hayata gözlerini açar ve somut olarak bir tek hayatı yaşamaktadır: Dünya hayatı. şayet dünya, yegane hayat olarak algılanırsa, dünyaya ve hayata bakış ona göre olacaktır. Bu algılayışın somut neticesi, hazza dayalı, insanın tamamen doruk noktasına kadar arzularının tatminini amaçlayan bir hayat yaşamasıdır. Kadim gelenekler ve dinler, genel olarak ölümden sonra bir hayatın olduğuna vurgu yaparak, hayatın süresini oldukça uzatırlar. Çünkü bu ebedi bir hayattır. Ahiretin varlığı direkt olarak birinci elden, dünya hayatını bir "imtihan" statüsüne kavuşturur. Böylece dünya hayatı uhrevi hayatın bir imkanı olarak ortaya çıkmaktadır. Her iki hayat arasında bir süreklilik bulunmakla birlikte, dünya hayatının anlamı, içeriğine yönelik bir perspektif, Kur'an-ı Kerim'in insana kazandırmaya çalıştığı bir çerçeve olarak görülebilir. Kur'an, dünya hayatının geçiciliğinin öncelikle altını çizerken, ahireti kalıcı bir yurt, varılacak yegane mekan olarak öne çıkarmaktadır (Bakara, 36-40).
Doç. Dr. Mustafa Tekin
KUR'AN-I KERİMİN ÖĞRENİLMESİNDE DİNAMİZM
M.Es'ad Coşan (r.a),İslam Dergisi Başmakaleleri Mart 1984
KUR'AN-I KERîMİN ÖĞRENİLMESİNDE DİNAMİZM
Kur'ân-ı Kerîm, hiç şüphesiz, hepimizin baş tacıdır; çünkü yüce Rabbimizin bize gönderdiği kitabıdır. Ne büyük şeref, ne tatlı bir iltifat ve mazhariyet! Bizim o padişahlar padişahının bu şahâne fermanını, defalarca öpüp başımıza koymamız, yüzümüze, gözümüze sürmemiz, ona en büyük saygıyı göstermemiz icap eder.
Onda eski ümmetlerin ibretleri, geleceklerin haberi vardır. Onun içinde bize yöneltilmiş emirler, yasaklar bulunuyor. Biz ancak onları en iyi tarzda öğrenip tamı tamına uyguladığımız zaman Hakk'ın rızasına erişebiliriz. Hiçbir kaçamak imkânı yoktur, tembelliğin hiçbir mazereti olamaz. Ruhumuzun, bedenimizin, maddî ve mânevî rahatsızlıklarımızın devası, çaresi Kur'an'dır. Fert, aile, cemiyet, ümmet ve nihayet bütün insanlık ona uyulduğu zaman huzura ve mutluluğa kavuşabilecektir; çağımızın buhranlarına reçete Kur'an'dır.
Bu kadar kıymetli, dünya ve âhiretimiz bakımından bu derece ehemmiyetli bir kitabı acaba bu mevki ile mütenasip öğretip öğreniyor muyuz? Maalesef hayır. Kur'an evlerimizde garip garip, boynu bükük durur; yeni nesillerin anlayacağı doyurucu tefsirler yoktur, kütüphanemizin raflarında tefsir kitapları toz tutmuştur. Birçok müslüman onu yüzünden bile okumasını beceremez; okuyanların çoğu tertil ve tecvide, tâzim ve tebcile riayet etmez veya iyi okursa da içindeki ahkâmı bilmez, çoğumuz ise İslâmî emirlere uymaz, Kur'ân-ı Kerîm'e zıt bir hayat tarzı sürdürürüz. Büyük alim Hasan-ı Basrî (rha.) diyor ki:
"Kur'ân-ı Kerîm, ahkâmına uyulsun, kendisiyle amel olunsun diye indirilmiştir. Halbuki şimdi halk onun sırf kıraat ve tilavetini amel edinmiş."
Meşhur sahabî Abdullah b. Mes'ud'dan da böyle bir ifade rivayet edilir. Demek ki söze takılıp kalmak, öze inmemek, ana gayeyi unutup detayla oyalanmak, lafa dalıp icraata, çalışmaya, emrin gereğini îfâya, eyleme geçmemek eski, yaygın, çirkin ve çok tehlikeli bir hastalık. Bu hastalıktan kendimizi kurtarmak zorundayız sevgili okuyucular! Meşhur mutasavvıf alim Ebu Abdurrahmân Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî (v. 412/1021) bu mevzuda çok dinamik, çok değerli bir metot zikrediyor ve diyor ki:
"Bize ilim öğreten üstatlarımız rivayet ettiler ki onlar, on âyet-i kerîme (veya bir aşr-ı şerîf) öğrendiler mi, asla daha öteye geçmez, önce o on âyet ile amel ederler, sonra öğrenmeye devam ederlermiş. Biz de o usulü takip ettik. Bu yolla Kur'ân-ı Kerîm'i ve onunla ameli (ahkâmına ittibayı) birlikte yan yana öğrendik."
Cehalet felakettir, amelsiz ilim ise vebal sayın okuyucular! Silkinelim, atalet ve cehaleti yenelim; Allahu Teâlâ'nın aziz kitabını yeni bir şevkle, aşır aşır, deste deste, sözünü belleyip, ahkâmını tatbik ede ede bağrımıza basalım, başımıza taç, hayatımıza rehber eyleyelim. Salahımız, felahımız, nusretimiz, izzetimiz, saadetimiz Kur'an'ı iyi anlayıp iyi uygulamaktadır.
--------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar
1. Yakın mânada bk. İbn Receb, Câmi'u'l-ulum ve'l-hikem, s. 343-344.
2. Bk. Mizzî, Tehzîbü'l-kemâl, trc. no: 3222; Zehebî, Tehzîbü't-tehzîb, trc. no: 317; Kâşif, trc. no: 2681; İbn Hacer, Takrîbü't-tehzîb, trc. no: 3271.
Faydalılar
Bağış & Yardım
İhsan Çevre ve Gelişim Derneğimize yapacağınız bağış ve yardımlar için;
İHSAN ÇEVRE ve GELİŞİM DERNEĞİ
Albaraka Türk - Küçüksaat şubesi ADANA
İBAN NO: TR240020300001909268000001
Hesap No: 1909268-1
Hakkımızda
İhsan Çevre Ve Gelişim Derneği olarak yaşanılabilir bir çevrede, geleceğine sahip çıkan, sorumluluk bilinci taşıyan, güzel ahlak sahibi, kendini ve yaradanını tanıyan, düşünen iyi insanların yetişmesine katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Bu amaçla;
ÇEVRE DUYARLILIĞININ OLUŞTURULMASI VE ÇEVRENİN KORUNMASINA yönelik faliyetler,
KUR'AN'IN ANLAMIYLA BULUŞMAYA yönelik etkinlikler,
KRİTİK ve ANALİTİK DÜŞÜNMENİN ÖĞRENİLMESİNE yönelik eğitim faaliyetleri,
SAĞLIKLI YAŞAM BİLİNCİNİN KAZANDIRILMASINA yönelik çalışmalar,
GENÇLERE yönelik çalışmalar kapsamında;
Ağaç dikme organizasyonları, konferanslar, sağlıklı yaşam yürüyüşleri, yarışmalar, sivil toplum kuruluşlarını ziyaretler vb sosyal sorumluluk çalışmaları tertip etmekteyiz.
AĞAÇ DİKME ORGANİZASYONU
SAĞLIKLI AİLE İLETİŞİMİ ÜZERİNE GENÇLERE, ANNE VE BABALARA YÖNELİK KONFERANSLAR
ÇEKÜD (Çevre Kuruluşları Derneği) İLE BİRLİKTE DÜZENLENEN OKULLARDA ÇEVRE SİZSİNİZ KONULU RESİM VE PROJE YARIŞMASI
KIZILAY'A KAN BAĞIŞI